Dosya

Manga ve Anime Kültüründe Dinî İnançlar: InuYasha Animesi Üzerine Kısa Bir İnceleme

Çocuklar için üretilen animasyon dizi ve filmlerinin amacı sadece çocukların keyifli vakit geçirmelerini sağlamak değil, kültürel normları ve gelenekleri onlara öğretebilmektir.

Çocuklar için üretilen animasyon dizi ve filmlerinin amacı sadece çocukların keyifli vakit geçirmelerini sağlamak değil, kültürel normları ve gelenekleri onlara öğretebilmektir. Ülkemizde ne yazık ki şu an olmasa da 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarda çocuklar için üretilen kodomo, genç kızlar için olan shojo ve genç erkekler için olan shonen türlerindeki pek çok anime, Türk televizyon kanallarının çizgi film kuşağında yayınlanmıştır.  Astro Boy, Kaptan Tsubasa, Pokemon, Sailor Moon ve Bakugan gibi pek çok Japon çizgi filmi, çocukluğunu söz konusu yıllarda yaşamış nesillerin Japon kültürüyle tanışmasına vesile olmuştur. Japon çizgi romanı yani manga ise ülkemizde düşünülen genel kanının aksine, sadece çocuklar için üretilen bir eser değildir.

Japonya’da çizgi roman geleneğinin ilk olarak ne zaman ortaya çıktığı bilinmez ama “manga” kelimesinin, ünlü sanatçı Katsushika Hokusai’ın (1760-1849) öğrencileri için hazırladığı bir çizim tekniği kitabını adlandırmak için  “gelişigüzel, rastgele” anlamına gelen man ve “resim” anlamına gelen ga sözcüklerini birleştirerek oluşturduğu bilinir. İlk olarak eğitim amacıyla ortaya çıkan mangalar, sonrasında halk hikâyeleri ve diğer edebî eserlerin resmedilmesinden, işletme kuralları rehberine kadar birçok değişik amaç için kullanılmıştır.

Japon çizgi filmi yani animeyse genel olarak bir mangayı, romanı, video oyununu veya sadece yaratıcısının başka hiçbir yere aktarmadığı düşüncelerini temel alan görsel medya ürünüdür. Manga ve animeyi Türk, Çin ya da başka bir ülkenin eserlerinden ayıran ve bu Japonca terimleri sanki bu materyaller her ülkede olan çizgi roman ve çizgi filmlerden bambaşka türlermiş gibi ayrıştıran şey Japon kültürünün ta kendisidir. Peki, Japon kültürünü bu kadar özel kılan şey nedir? Aslında cevap çok basittir: Japon halkı tarih boyunca diğer kültürlerden aldığı her ögeyi Japonlaştırarak kullanmıştır. Çin’den aldığı Budizm’i Japon Budizm’i hâline getirmiş, yine Çin’den ödünç aldığı Konfüçyüsçü öğretiyi de işine yarar şekilde kullanmış, öğretinin Japon kültür geleneklerini bozabilecek maddelerini uygulamaktan kaçınmıştır.

Manga ve animenin ne olduğundan kısaca bahsedildiğine göre sırada cevaplanması gereken çok önemli bir soru var: Manga ve anime ne değildir? Bu anlatılar sadece Japonya’ya özgü edebî ve görsel sanat ürünleri değildir. Genel olarak bu iki türü, “çizgi film” veya “çizgi roman” olarak tanımlamak insanlara tuhaf gelir. Ancak bu şekilde tanımlanmalarının hiçbir sakıncası yoktur. Mangayı manga, animeyi ise anime yapan şey öncelikle Osamu Tezuka (1928-1989) tarafından uygulanan çizim teknikleri[1], sonrasındaysa hikâyelere harmanlanmış Japon geleneksel kültürünün kendisidir. Sanatçıların bu kültürel ögeleri bilerek anlatıya taşıdığını düşünenler varsa yanıldıklarını bilmeleri gerekir. Örneğin Naruto (1999-2014) serisinin yaratıcısı Masashi Kishimoto (d. 1974), yarattığı manganın fazla Japon olduğunu, yabancı okur ve izleyicilerin hikâyeyi İngilizce izlerken anlamasının zor olabileceğini düşündüğünü belirtmiştir.[2] Şu açıktır ki, okuyucu/izleyici her ne kadar Japon kültürü hakkında bir şey bilmiyor olsa da bir manga okuduktan/anime izledikten sonra türe dair mutlaka bir şeyler öğrenecektir.

Bu çalışmada ise Japon dini ve kültürünün Japon çizgi romanı ve filmi ile ne derece bütünleşmiş bir hâlde olduğunu anlatabilmek için örneklem olarak InuYasha serisi seçilmiştir. Seride izleyici, ailesine ait tapınakta rahibelik yapan ve farkında olmasa da ruhani güçlere sahip bir ortaokul öğrencisi olan Kagome Higurashi’nin geçmişe çıktığı yolculukta iblislerle olan maceralarını ve kendini keşfini deneyimler. Çizgi romanı (1996-2008), video oyunları, televizyon çizgi dizisi (200-2004), tiyatro oyunları ve filmleri de olan bu seri dünya çapında büyük bir başarı yakalamıştır. Yaratıcısı Rumiko Takahashi (d. 1957), InuYasha dışındaki Ranma ½  (1993-2008) ve Urusei Yatsura (1978-1987) isimli çizgi romanları ile de tanınmış ve dünya çapında büyük bir ün kazanmıştır. InuYasha’nın 56 ciltlik çizgi romanı pek çok dile çevrilmiş ve 55 milyon kopya satmıştır.

 

Japon Dinî İnançları

Japon halkına özgü olup “Tanrıların Yolu” anlamına gelen Shinto inancı, kısaca doğa ve ata ruhları olarak tanımlanabilecek tanrılara (kami) iman edilmesi olarak tanımlanabilir. Bu inanışta bahsedilen tanrılar, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi her şeyi gören tek ve yüce bir tanrı olarak düşünülmemelidir. Shinto tanrıları daha insansı ruhlardır: Her yerde olamazlar ve her şeyi göremezler. Her bir tanrının kendi uzmanlık alanı ve yönetimine verilmiş kendi toprakları vardır. En yüce tanrı, imparatorluk ailesinin atası kabul edilen Güneş Tanrıçası Amaterasu’dur. Sadece Shinto’nun kültürel ögeleri değil, ona bağlı olan Japon mitolojisi de oldukça ilgi çekicidir. Tanrıça Amaterasu ve diğer pek çok sayıdaki Shinto tanrısı[3]  zamanla o kadar insansı özellikler kazanmışlardır ki bugün onları herhangi bir çizgi filmde yan karakter olarak görebilmek mümkündür.

Elbette Japon dini sadece Shinto’dan ibaret değildir. Budizm, Taoizm ve Hristiyanlık da bugün Japonya’da oldukça yaygındır. Söz konusu kültür olduğundaysa ön plana çıkanlar öncelikle Shinto ile Budizm, sonrasındaysa Taoizm’dir. Budizm, Japon kültürüne iblislerle dolu bir yer altı dünyası fikrini getirmiş ve bu yönüyle halk hikâyelerinin de vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Öyle halk hikâyeleri ki bunlar Japon korku sinemasını dünya çağında büyük bir üne kavuşturmuştur. Taoizm ise Asya kültürleri düşünüldüğünde ilk akla gelen yin ve yáng ilkelerini temel alır. Siyah olan yin dağın kuzey yamacındaki gölgeyi, beyaz olan yáng dağın güney yamacındaki güneş ışığını temsil eder. Yáng aydınlık, yumuşaklık, sıcaklık, yaşam, hafiflik gibi pozitif elementler; yin karanlık, sertlik, soğukluk, ölüm, ağırlık gibi negatif elementler ile ifade edilir (Arslan 40). Evrenin bu iki temel ögesi birbirinin zıttı değil, bütünleyenidir. Sadece Japon çizgi romanı ve filmlerinde değil, pek çok sinema filminde ve edebî eserde de bu Uzak Doğu felsefesine atıfta bulunulur. 

Bu inançlara özgü ögeler Japon çizgi filmleri ve romanlarında sık sık ayırt edici bir tema olarak kullanılmakta ve yabancı izleyicilerin de ilgisini çekmektedir. Bu tür eserler doğrudan mitolojiyi değil, mitolojiden ilham alan hikâyeleri sıradan insanların günlük yaşamına uyarlayarak anlattıkları için popüler olabilmişlerdir. Örneğin bir anda tanrısal nitelikler kazanan insanları, ailesinin Shinto tapınağında rahibe (miko) olarak hizmet veren genç kızları, iblisleri öldüren bir Budist rahibini veya Shinto tanrısını, bir tanrı veya iblisin (yokai) bir fani ile yaşadığı aşkı anlatan seriler oldukça popülerdir. İblisler ve tanrılar gök ve yer altı diyarlarının varlıkları oldukları için insanlar ile aralarında bir aşkın yeşeriyor olması izleyiciler tarafından ayrı dünyaların insanları fantezisine duyulan talebi açıkça gözler önüne serer.

 

Geçmişin Gölgesinde İblislerle Dolu Bir Aşk Hikâyesi: InuYasha

Tokyolu Kagome Higurashi, ailesiyle birlikte nesillerdir atalarının sorumluluğunda olan bir Shinto tapınağında yaşamaktadır. On beşinci yaş gününde, kaybolan kedisini ararken bir iblis tarafından tapınaktaki Gizli Kuyu’ya çekilir. Böylece zamanda yolculuk yapan Kagome, bir anda kendini feodal Japonya’da bulur. Yüzlerce yıl önce aile tapınağının etrafında bulunan köyde –ki burası eski Tokyo’dur- bir süre vakit geçiren Kagome, kendisinin bu bölgenin yüce rahibesi Kikyo’nun reenkarnasyonu olduğunu öğrenir. Budizm’in Japon kültürüne kazandırdığı reenkarnasyon inancına göre kişi öldükten bir süre sonra hayata dönmektedir. Ancak bunun için ruhunun bir süre beklemesi gerekir ve sadece yeni bir hayat yaşamaya layık olan ruhlar reenkarne olabilir.

Yüce rahibenin reenkarnasyonu olduğu için bütün iblisler Kagome’den korkmaktadır. Başka kimsede olmayan ruhanî güçleri vardır: Kimsenin göremediği şeyleri görüp duyabilmektedir. Aynı zamanda rahibe Kikyo’ya ait kutsal Dört Ruh Mücevheri’nin de mirasçısıdır ki bütün iblisler güçlerine güç katmak için bu mücevherin peşindedir. Yine burada yarı insan olan köpek-iblis Inuyasha, Budist bir rahip olan Miroku ve iblis avcısı Sango ile tanışır. Kagome, acemi bir okçu olması dolayısıyla yüzlerce parçaya ayırdığı kutsal mücevherin ülkenin dört bir yanına dağılan parçalarını toplamak için bu yeni arkadaşlarıyla bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır. Çünkü mücevher parçalarının varlığı hissedebilen başka kimse yoktur.

 

 

Shinto inancında rahibeler (miko) diğer inançlardaki gibi sadece dini mekânda ibadet etmek ile ilgilenen kişiler değillerdir. Japon toplumunun başlangıcından beri doğa ruhlarına olan inanç ve korku süregelmiştir. Rahibelerin görevleri arasında kötü ruhları kovmak ve tanrılarla halk arasında aracı rolü üstlenmek, yani şaman olmak da vardır. Bu görevi üstlenmiş olmalarının sebebi, kadınların tanrıların sesini işitebildiklerine ve hatta ruhlarına konaklık edebildiklerine olan inançtır. Rahibeler iletişim kurdukları ruhlar ve tanrılar sayesinde gelecekten haber verme yeteneğine de sahiptirler. Kayıp bir eşyayı yine ruhlara danışarak bulabilir, dinsel arınma ayinleri gerçekleştirerek hastalıkları ve kötülüğü kovabilirler.

 

 

Rahibeler iblislerle savaşırken kutsal bir ok ve yay ile büyülü tılsımlar (fuda) kullanırlar. Hikâyenin başında Inuyasha, Rahibe Kikyo’nun attığı ok ile büyülenmiş bir şekilde bin yıllık kutsal ağaca (shinboku) mühürlenmiştir. Onu kurtaran kişi ise Kikyo kadar kudretli olan Kagome’dir. Eliade’nin belirttiğine göre Japon Şamanizmi’nde ölünün ruhu şamanın sesiyle konuşurken şaman elindeki bir inci kolyeyle veya bir yayla oynar (561). Kagome, kutsal mücevheri ondan almak isteyen Inuyasha’nın boynuna tasma gibi büyülü inci bir kolye takar. Ne zaman ona sinirlense “otur” emrini verir ve Inuyasha olduğu yere yüz üstü düşer. Böylece kutsal olanın kirliliğe karşı zaferi vurgulanmış olur. Çünkü yarı iblis olan Inuyasha bir nevi yer altı dünyasının kirliliğinin sembolüdür. Kagome ile Inuyasha zamanla uyum içinde çalışmayı öğrenirler. Çünkü kutsal ve kirli olanlar birbirini var eden ve tamamlayan ilkelerdir, tıpkı yin ve yáng gibi.

Tapınaktaki Gizli Kuyu aslında diyarlar arası bir geçiş kapısıdır. Shinto inanışına göre insanların yaşadığı Orta Dünya (Nakatsu-kuni) üzerinde, yer altı dünyasındaki diyarları[4] yeryüzü ile birbirine bağlayan bir geçiş kapısı vardır (yomotsu-hirasaka). Bu diyarlardan biri olan Kök Ülke (Ne-no-Kuni) hem iblislerin hem de tanrıların ve diğer ruhların yaşayabildiği bir mekân olarak tasvir edilir. Hikâyede bu geçit kuyusuna verilen isim Kemik Yutan Kuyu’dur. Yani yer altı dünyası ile bağlantılı olduğu kesindir. Diğer yandan kurgu gereği bu mitolojik ögeye zaman yolculuğu da eklenmiştir.

 

 

Kagome hem feodal çağa gidip iblislerle savaşır hem de günümüz Tokyo’sunda ortaokul eğitimine devam eder. Ara sıra Inuyasha da onu bu modern dünyada ziyaret eder. Aslında ikisi de aynı dünyanın insanıdır, sadece yaşadıkları dönemler farklıdır. Geleneksel ve modern kültürün çatışması bu sahnelerde açık bir şekilde verilir: Kagome feodal çağda ortaokul üniforması, abur cubur dolu bir sırt çantası ve pembe bisikleti ile gezer. Inuyasha ise Tokyo’ya geldiğinde köpek kulaklarını gizlemek için şapka takmak zorunda kalır.

 

 

Inuyasha’nın annesi, döneminin aristokrat ailelerinden birine mensuptur. Babası ise devasa boyutlu köpek-iblistir. Kagome’nin zamanda geriye döndüğü dönem tam olarak Savaşan Devletler Dönemi (Sengoku Jidai, 1467-1573), yani bütün toprak sahibi samuray klanlarının birbiri ile savaştığı karanlık bir dönemdir. Bu dönemde ölümün sıradanlaşması, iblis ve hayalet hikâyelerinin yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Bu tür mitolojik varlıklar, kahramanlık hikâyeleri ile bütünleştirilerek ele alınmış ve efsaneleştirilmiştir.

Başlangıçta Kagome’nin yüzebildiğini gören köylüler onun bir su iblisi (kappa) olduğunu düşünürler. Onlar için son derece yabancı olan ortaokul kıyafetine bir anlam veremeyip Kagome’nin kılık değiştirmiş bir tilki (kitsune) olabileceğini de söylerler. Hatta Kikyo’nun kız kardeşi olsa da ruhani güçleri görece zayıf olan Rahibe Kaede, bu kılık değiştirmiş iblis için bir arındırma ayini bile düzenler. Köylülerin bu şekilde düşünüyor olmasının sebebi, feodal çağın günlük yaşamında insanların iblislere ve hayaletlere inanması, dahası onlardan çok korkuyor olmasıdır. Seri boyunca Japon mitolojisinin pek çok iblis karakteri, kutsal mücevher parçalarını toplama macerasında Kagome ve arkadaşlarının karşısına düşmanları olarak çıkar.

Sonuç olarak Japon çizgi romanı ve filmini bütün dünyada tanınır ve beğenilir kılan şey önce uygulanan çizim teknikleri, sonraysa Japon geleneksel kültürünün kendisidir. Japon halkı yüzyıllardır başka kültürlerden aldığı hiçbir ögeyi bir nebze olsun Japonlaştırmadan kullanmamış, mutlaka kendi yorumunu katmıştır. Böylece bugüne kadar yaşatabildiği özgün kültürü ürettiği her eserde ortaya koyabilmiş, dünyanın dört bir yanından izleyicinin ve okuyucunun dikkatini çekmeyi başarabilmiştir. Burada her ne kadar olabildiğince yalın bir dille anlatılmış olsa da aslında Japon dinî inançlarını ve kültürünü temel alan çizgi roman ve filmler, terimlerin Japoncasını bilmeyenler için başlangıçta takip etmesi ve anlaması zor eserler olabilir. Aynı zamanda farkında olmadan izleyiciye Japon kültürünü ve Japon dilini öğretmeye ve sevdirmeye de başlar. Böylece bu kişi için Japonya bir nevi yeni bir hobi hâline gelir. 

 

 

KAYNAKÇA

Arslan, Eylül. Animelerde Japon Gelenekselliği ve Kadın Temsili: Naruto Serisi Üzerine İnceleme. İstanbul:

Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, 2020.

Mircea, Eliade. Şamanizm. Ankara: İmge Kitabevi, 2018.


[1] Örneğin karakterlerin normalinden daha büyük göz ile çizilmesi, mangayı diğer çizgi romanlardan ayıran en belirgin teknik özelliklerinden biridir. Bunun dışında sayfa düzeni, karakterlerin duygu durumlarını ifade eden alındaki ter damlaları veya çıkık damarlar gibi son derece detaylı ve anatomik çizimler de mangayı manga yapan özellikler arasındadır.

[2] Naruto anime dizisinde Japon geleneksel kültürünün çözümlenmesine ilişkin çalışma için bkz. Eylül Arslan (2020). Animelerde Japon Gelenekselliği ve Kadın Temsili: Naruto Serisi Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık.

[3] Shinto inancı için kullanılan isimlerden biri de Yaoyorozu-no-Kami, yani Sekiz Milyon Tanrı’dır. Bu ifade ile halk tarafından ibadet edilen ruhların sayısının çok fazla olduğu anlatılmak istenmiştir. Yani tek tek sekiz milyon tane kami olduğuna dair bir ibare değil, Shinto inancındaki bütün kamiler için kullanılan genel bir ifadedir (Arslan 17).

[4] İnsanların yaşadığı Orta Dünya (Nakatsu-kuni) ile iblislerin ve tanrıların yaşadığı yer altı dünyaları (Yomi-no-Kuni ve Ne-no-Kuni) arasındaki bir geçit gibidir.