Röportaj

Doç. Dr. Ahmet Dağ: "Transhümanistler, insanın tamamlanmamış bir varlık olduğunu düşünüyorlar."

Kitabımda kaleme aldığım transhümanizm ve posthümanizm kavramları kulağımıza yeni gibi gelse de aslında yeni kavramlar değil.

Ketebe Yayınları tarafından kitaplaştırılan İnsansız Dünya: Transhümanizm kitabınızda kavramın yeni dünyadaki tezahürlerinin gündelik hayatın her alanında fark edilmeye başlanıldığını ancak akademinin bu alana ilgisinin yetersiz olduğunu belirterek önce kavramı tarihselleştiriyor sonra da hem disiplinlerarası hem de medyalar arası farklı okuma biçimleriyle tartışmaya açıyorsunuz. Okurlarımız için bir de Çocuk Yazını özelinde öncelikle size şöyle sormak isteriz, transhümanist ve posthümanist yaklaşımlarla yeni tanışan meraklı bir okur, alan yazınında bu kavramları kendi türsel dinamikleri içerisinde nasıl ayırt edebilir? Bu yaklaşımlar arasındaki muğlak sınırları siz nasıl tanımlar, okursunuz?

Kitabımda kaleme aldığım transhümanizm ve posthümanizm kavramları kulağımıza yeni gibi gelse de aslında yeni kavramlar değil. Transhümanizm kavramına  yakın olan “transumar” kelimesini ilk olarak Dante 1321 yılında ve J. Huxley debugünkü anlamıyla 1957 yılında kullanıyorlar. Posthümanizm kavramı ise “posthumain” ya da “posthumian” şeklinde ilk olarak Thomas Blount tarafından 1656 yılında kullanılmıştır. Her iki kavramın mana olarak tarihsel karakteri, Batı düşüncesinin geçmiş tarihinde bulunuyor.

Öncelikle bu yaklaşımları ve kavramları, sosyal medya üzerinden söylenilenlerden dinlemek veya okumak, çok önemli olan bu konuda bizi doğrulara götürmez. Transhümanizm ve posthümanizm hakkındaki Türkçe yayınlar yabancı dildeki yayınlara oranla daha az olsa da son zamanlarda yayınların sayısı hızla artmaktadır. Akademik ve bilgi temelli yayınları okuyarak bu meselenin ne olduğu tam olarak anlaşılmalı. Bu konuda çok sayıda spekülatif ve manipülatif malumat ve söylemler mevcut.  Spekülatif ve manipülatif malumat ve söylemlerle muhatap olunursa mesele doğru olarak anlaşılmaz ve 21. yüzyılda teorileştirilmesi mümkün olacak bir meseleyi doğru anlamaktan uzaklaşırız.

Transhümanizmin kavramsal olarak karıştırılması söz konusu olmasa da posthümanizmin anlaşılmasında kavramsal bir karışıklık var. Transhümanistlerin kullandıkları transhuman kavramı, “human” ile “posthuman” arasındaki geçiş varlığını ifade ederken posthuman nihai yani tamamlanmış varlığa işaret eder. Posthümanizm ise transhümanizmden sonraki evreye tekabül eder. R. Braidotti ve Ferrando gibi isimlerin kullandığı posthümanizm, insanın doğa içindeki mevcut durumu abartılı buluyorlar: insanın tahtının kaldırılmasının ve onun varlıklardan bir varlık olarak algılanmasını doğru olarak görüyorlar. Onlara göre antroposen olan insanın tahtı sarsılmalıdır. Başka bir deyişle transhümanizm insanın tahtını yükseltmek isterken posthümanizm bu tahtını sarsmak ister.  

 

Hümanizmin ve transhümanizmin farklılıkları olsa da benzer bir motivasyonla hareket ettiklerini, insanı merkeze aldıklarını ve hatta Tanrısallığı insana yükleyen teslis anlayışı, gnostik tutumlar, Prometeci eylemlerle transhümanist hareketi birlikte düşünerek insanın ölümsüzlüğü aşma arzusunun bu dünyadaki yansıması oluşuna dikkat çekiyorsunuz. Bu hareketin insan özneyi tanrılaştırması, teknolojik aparatlarla eklektik biçimde ilişkilenerek biyonik bedenlere dönüşmesi, bir mekân olarak bedeni yeniden kurgulaması ve Darwinist biçimde sürekli evrimleştirmesi hakikat algımıza nasıl etki eder? Şöyle soralım, transhümanizm ve posthümanizm bağlamında Tanrı-insan, gelecek insan, posthuman hakkında okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

Transhümanizm, hümanizmin misyonunu daha ileri taşımak isteyen bir harekettir. Genel itibariyle ateist, deist, agnostik ve evrimci temsilcilere sahip olan transhümanist hareket bünyesinde çok az teist bulunduruyor. Transhümanistler, insanın tamamlanmamış bir varlık olduğunu düşünüyorlar. Hümanizm, insanı hurafenin zincirlerden kurtarıp özgürleştirdiğini iddia ederken transhümanizm ise insanı biyolojik zincirlerinden kurtaracağını iddia etmektedir. Bunu yaparken de insanı teknolojik eklentilerle artırmak veya geliştirmek istemektedir. NBIC (nano-bio-info-cogno) teknolojilerini kendisi için imkân olarak gören transhümanizm, yalnızca insan üzerinde değil onun içinde yaşadığı mekanda da dönüşüm gerçekleştirmek ister.

Biyolojik bedenine biyonik eklentiler, insanın doğal zihnini süper bilgisayarlaşmış makineyle birleştirme yani teknolojik tekillik ve ölümsüzlük çabalarıyla insan üzerinde devrimci denilebilecek bir dönüşüm gerçekleştirme amacı taşımaktadır. Transhümanistlerin insanı, tanrı yapma gibi amaçlarının olduğunu söyleyemem. Bunun yerine yapmak istediklerinin neticesinde Tanrı’ya inananların inancını boşa çıkacağını düşünmeleri söz konusudur diyebilirim çünkü onların çoğu evrimcidir. Transhümanistlere göre insanın ve diğer varlıkların yaratıcı kaynağı, Tanrı değil doğanın kendisidir. Tanrı yarattıysa bile “malzemeden çalmıştır”. Geçmişte insanın dönüşme isteği vardı fakat şimdiki gibi bir gerçekleşme zeminine çok sahip değildi. Oysa şimdi teknolojinin gelişmesiyle ve daha da gelişeceği gerçekliğinden ötürü insanın dönüşmesi veya artırılması imkanı söz konusudur. Transhümanistler, evrimci-ateist olsalar da hareketleri kültürel olarak dinî, gnostik ve mitolojik bir harekettir. Dolayısıyla yaklaşımlarında cisimleşme/hulul, kurtuluşçu ve Prometeci bir kibir yatmaktadır.      

 

Önceki soruyla ilintili olarak bu dönüşümler, çocuk özneye tesis edilen evren anlayışını nasıl etkiler/şekillendirir? Diğer bir deyişle bilim kurgu ya da fantastik yazınında ütopik ve distopik anlatıların ötesinde robotlar ve transformist bedenlerle doğrudan oyuncak olarak da ilişkilenen günümüz çocuklarının erişkinliklerinde nasıl bir gündelik hayat pratiği bizleri bekliyor sizce?

Dijital yerli ve dijital göçmen ayrımından hareketle “transformer nesil” ve “transformer olmayan nesil” ayrımı yapabiliriz. Transhümanistlerin iddiaları, 40 yaş üstü için fantastik, kurgusal ve hayalperestlik olarak görülebilir. Fakat hususiyetle çocuklar için böyle olmadığını düşünüyorum. Hususiyetle 1990’larda yaygınlaşan robotik temalı roman, hikâye ve çizgi filmler, robotik ve YZ uygulamalarının içinde büyüyen bir nesil için -transhümanizmin iddiaları- hem ütopik hem de tepki gösterilecek itici bir şey değil. Çocukların hem zihin hem duygu dünyası, yetiştikleri ortam ve görüleri itibariyle transhümanistlerin yapmak istedikleri şeylere çok aykırı değil. Hele ki Netflix gibi platformlarda olan robotik, YZ temalı filmler, insanları gelecekteki transhümanist düzleme hazırlayıcı niteliktedir. Teknoloji çocuklar için korkulacak veya kaçılması gerekilen bir unsur değil bilakis oldukça çekici ve eğlendirici.

Teknolojiyi kendine taban edinen transhümanizmin çocuk dünyası ile kesişmemesi mümkün değil. Özellikle siberpunk oyun türleri için transhümanizmin kurguladığı insan, mekân ve hayat anlayışının önemli bir kum havuzudur diyebilirim. Nitekim dikkat edersek siberpunk oyunlarındaki avatarların giyim-kuşamları, davranış ve söylemlerinin gençler nezdinde sokağa yansıdığını görebiliriz. Tüm bu yansımalar ve etkilenimler; cinsiyetsizlik, Tanrısızlık, ailesizlik ve milliyetsizlik gibi unsurların hayatta görünüm ve söylemlerini daha da artıracaktır. İnsanlık olarak geleneğin tüm kodlarının yıkıldığı, çok farklı bir dünya ile karşı karşıya kalabiliriz.   

 

Kitabınızın dördüncü bölümünde transhümanizmin kültürel iktidarını edebiyat ve sinemayla kurmaya çalıştığına hatta bu medyalar aracılığıyla kendi ütopik tahayyülünü zamanla gerçekleştirdiğine dikkat çekiyorsunuz. Yapay zekâ aracılığıyla biyonik bedenler, bu transformist anlatıların merkezinde. Türsel anlamda da bilim kurgu için tarihsel romanın bir tür tersine çevrilmesi denirken şimdilerde fütüristik fantastik kurguların gerçekleşerek kahramanlarının icat olunan özneler zeminine çekildiğini, yani artık gerçek birer karaktere dönüştüklerini, gündelik hayatımızda ister ev içi temizlik robotu olsun ister bir çocuğun oyuncağı farklı kullanım pratiklerine açıldıklarını ve yaşsız deneyime açıldıklarını gözlemliyoruz. Kendi yaklaşımlarınızdan hareketle değerlendirdiğiniz nesneniz çocuk edebiyatının sevilen klasiği Pinokyo olsaydı, sizce Gepetto nasıl bir Pinokyo icat ederdi? Pinokyo ve Gepetto arasındaki ilişki nasıl şekillenirdi? Pinokyo yeniden yazılsa yine çocuk olmak ister miydi? Ve Carlo Collodi günümüzde nasıl bir anlatı tahayyül ederdi?

Bu harika soru için teşekkür ederim. Yukarıda söylemiş olduğum gibi oyunlar, romanlar ve filmlerden devşirilen karakterin sokağa yansıması yani gerçek hayatta varlık sürmesi söz konusudur. S. Spielberg’ün Yapay Zekâ adlı filmde “yaşsız” sıfatına sahip olan robotik çocuğun, insan çocuktan daha sempatik olduğu vurgusu söz konusu. Artık klasik dünyanın insanı terk edilmiştir. Gepetto’nun Pinokyo’su klasik dünyanın bir çocuğuydu. Büyülü ve gnostik bir dünyanın çocuğuydu. Gepetto, içinde yaşadığımız dijital ve sibernetik bir çağda yaşasaydı doğrusu kurgulansaydı tahtadan olmayacağı aşikardı. Ayrıca peri bir anneye değil kurgulayıcısı olan YZ ve robotik tasarımcı gibi bir anneye sahip olurdu. Bu tasarımcı anne, Pinokyo’nun iyi bir çocuk olmasından daha çok “zeki”, “başarılı” ve “kariyer” sahibi olmasını isterdi. Çocuk sahibi olmak istediğinden dolayı Pinokyo’yu inşa eden bir Gepetto figürü yerine sermayeye dahil edebileceği veya pazar haline getirebileceği meta olma özelliği yüksek olan bir Pinokyo inşa ederdi diye düşünüyorum. Buna bağlı olarak Pinokyo da bir çocuk olma yerine E. Musk, B. Gates veya J. Bezof gibi bir sermayedar tiplerden biri olarak günümüz hayatında varlık göstermek ister.

Ben bu konuda çok iyimser değilim. İnsanların iyi olma gibi dertleri yok çünkü onlar daha çok “güçlü” olmak istiyorlar. Yaşlı bir marangozun yerine zeki bir Robotik ve YZ tasarımcısı, bir marangozhaneden daha çok Silikon Vadisi’nin bir ofisini kullanan, tahtadan bir varlık yerine kablolardan ve biyonik uzuvlardan oluşan ve yalnızca konuşan değil insana meydan okuyan bir zekâya sahip olduğunu iddia eden robotik, sibernetik bir varlık kurgulayan bir yazar olan Collodi ile karşı karşıya kalırdık diye düşünüyorum. Dünya, artık klasik dünya olmadığı gibi insan tasavvuru da artık klasik insana dayalı değil. Anlatının tüm parametreleri toptan değişti. Bambaşka bir anlatı ile karşı karşıyayız.  

 

Çocuk özne için üretilen ürünlerde ve metinlerde son yıllarda transanimalist bağlamda değerlendirilebileceğini düşündüğümüz çizgi kahramanlar, oyuncaklar da dikkat çekiyor. Özellikle Paw Patrol’de her bir köpek kahramanın kendi kullanım alanına tahsis edilen ve kişiselleştirilen teknolojik bir materyalle kurduğu ilişki dolayımıyla insan özne gibi gündelik hayatta karşılaşılan sorunları çözümleyebildiklerine, takım liderleri Rider’a yardım ettiklerine şahit oluyoruz. Bu bağlamda alan yazınına yönelik postanimal gibi kavramdan ya da çocuk yazının da hem transhümanist hem de posthümanist okumalara açılabileceği çoğulcu ve yenilikçi bir yaklaşımdan söz edebilir miyiz?

Animalizmin yükselişi ile transhümanizmin yükselişi paralel biçimde gelişmektedir. Çünkü gerek “kusurlu insan”dan memnuniyetsizlik gerekse mevcut insanın hayvanlara karşı davranışlarından memnuniyetsizlik söz konusu. Yine insan dışı varlıkların konumundan duyulan rahatsızlık, hem postanimalizmi hem de transhümanizm ve posthümanizmi meşru ve gerekli kıldığı düşünülüyor. Hem postanimalizm hem de teknolojik araçlarla geliştirilmiş insan tasavvuru, mevcut insanın yetersizliğine ve gereksizliğine yapılan vurguyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. İnsanın değersizleştirilmesi ile ilgili vurgular, son dönemde yazın dünyasında oldukça çok rast gelinir bir durum oldu. Hayvanların daha vefakâr, daha zararsız ve daha “insancıl” olduğu vurgusunun hâkim olduğu bir yaşantı ve yazın dünyasıyla karşı karşıyayız.

Transhümanist sürecin önemli unsurları olan YZ ve robotik varlıkların insandan daha iyi olacağı düşüncesi transhümanizm yazınında olan bir vurgudur. Haliyle bu yaklaşıma sahip olunması hem postanimalizm hem de transhümanizmi olumlayacak olan metinlerin çocuk yazınında artması doğaldır. İkinci Aydınlanma olarak kabul edilen transhümanizm sürecinde daha özgürlükçü birey ve toplum ile çoğulcu toplumun olacağı vaadinde bulunulmaktadır. Dinlerin hâkim etkisinin kırılması yani seküler dünya arzusu, determinist bir tahakküm olarak görülen cinsiyet dualitesinin ortadan kaldırıldığı cinsiyetin değişebilirliği veya cinsiyetsizliğin olduğu cinsiyetsiz bir toplum tahayyülü söz konusudur. Mevcut birey ve toplum algısının değersizliği vurgulanıp türedi bir toplum örneği sunma amacı olan yazınlar daha da artabilir. 

 

Ana akım çocuk yazınında teknolojiyle gelişerek güçlenen kahramanların çoğunlukta yer aldığı, sürekli bir evrime işaret eden yapıtların popüler olduğu transformist yapıdan beslenen anlatıların ötesinde, posthümanist yaklaşımlar çocuk yazınını nasıl etkiler, dönüştürür? Posthümanist bakış çocuk özneye ve dolaylı olarak ebeveynlere nasıl bir doğa/kültür ilişkilenme biçimi vaat eder?

Transhümanizm veya posthümanizm bağlamında çocuk yazınında yazılmış Türkçe eser yok denecek kadar az çünkü henüz ne olduğu çok bilinmiyor ve bizde bu uygulamaların görünürlüğü çok az. Fakat yabancı dilde yazılmış Death is Wrong, Future Human, Luke and Luka gibi transhümanist ve posthümanist vurgular taşıyan birçok çocuk yazını var. Bu tür çocuk yazının olmasını bir proje olarak görmek çok yanlış olur. Yazınlar, günlük hayatın yansımasıdır. Transhümanizmin unsurları olan nanoteknoloji, biyoteknoloji, enformasyon ve bilişsel bilimlerdeki uygulamaların artışı ve günlük hayatta yaygınlaşmasıyla bu tür çocuk yazınların artması söz konusu olacaktır.

Üzülerek söyleyeyim ki aile veya ebeveynler, transhümanistlerin çok umurunda değil, posthümanistler ise bu konuda ne düşünüyorlar bilmiyorum. Transhuman veya sonraki versiyonu görülen posthuman’ın aileyle çok derdinin olduğunu söyleyemeyiz. Ebeveynlerin veya büyükleri işi geçmiş veya mevcut doğasının işlevsel olmadığını hatta dogmaların veya kabullerin aile üzerinden geçiş yaptığını iddia ediyorlar. Geleneğin, sınırlar koyucu ve ilerlemenin önünde engel olduğunu düşünüyorlar. Müstakbel insanı hedefleyen transhümanizm insanı, doğayı ve hayatı gelecek nesiller için hazırlamak amacında olan bir hareket. 

 

Son olarak, sizin okurluk/izleyicilik repertuarınıza seslenerek çocuk yazınıyla ilişkinizi sorsak? Şimdiden bakınca transformist olarak düşünebileceğiniz bir anlatı (dizi, film, kitap vb.) hatırlıyor musunuz?

Çocuk yazınına çok uzak olduğumu söyleyemem. Yaklaşık iki yıl sınıf öğretmenliği yaptım. Bu sürede okumadığım hiçbir kitabı öğrencilerime okutmadım diyebilirim. İlk önce onların dünyasına zarar verici unsurlar olup olmadığını görmek için kitapları kendim okudum, daha sonra kitap tavsiyelerinde bulundum. Ayrıca üstün zekâlı çocukların eğitim aldığı bir kurumda yaklaşık beş yıl Felsefe hocalığı yaptım. Burada Çocuklar ve Felsefe bağlamında okumalar yaptım ve yaptırdım. Hâlâ çocuk yazınıyla ilgilenmeye çalışırım. En küçük oğlum, Çocuk ve Felsefe bağlamında kendisi için bir kitap yazmam konusunda benden söz aldı. Yoğunluğumu atlatabilsem ilk işim oğluma verdiğim sözün vazifesi olarak böyle bir çocuk-felsefe yazınına başlayacağım. Türkçe’de Canavar Robot, Yürekli Robot Rowni ve Vahşi Robot gibi kitaplar var. Film olarak Yapay Zekâ, Wall-E, Robot Ron, Next Gen, Super Sonic ve Robotlar gibi filmler var. Laf aramızda kitapların bir kısmını okudum ve filmlerin tamamını neredeyse izledim J

Mülakat için ve harika sorular için teşekkür ederim.

 

Not: Bu röportaj “Yapay Zekâ, Transhümanizm ve Edebiyat” dosyası özelinde gerçekleştirilmiştir.