Dosya

Kıvrımları ve Açmazlarıyla “Şehir Yaşamı ve diğer şeyler”

Gyan Prakash “Imaging the Modern City, Darkly” yazısında modern şehrin, toplumun distopik bir temsili olduğunu vurgular (2). Yoğun kalabalığı tecrübe etmek ise bireyde atomizasyon ve yabancılık duygusunu körüklediğinin altını çizer.

Sonra ben kalktım bu büyük kente geldim

Çünkü kişi büyük kentlere de gelmeli

Kendi güzel yalnızlığı için gelmeli       

Kalktım bu büyük kente geldim

          Turgut Uyar

Gyan Prakash “Imaging the Modern City, Darkly” yazısında modern şehrin, toplumun distopik bir temsili olduğunu vurgular (2). Yoğun kalabalığı tecrübe etmek ise bireyde atomizasyon ve yabancılık duygusunu körüklediğinin altını çizer. Peki bu yeni şehirde, egzoz dumanlarına boğulduğumuz, her sabah rutin işe gidişlerin, kalabalıkla savruluşların yaşandığı modern şehir hakikatte imkânlardan yoksun ve bunca distopik midir? Fransız karikatürist Sempe’nin Şehir Yaşamı ve diğer şeyler kitabında bu yaşamın gizil veya aşikâr dünyasını göz önüne serer. Kitapta baştan sona bir öykünün peşinde olmak yerine her sayfada modern kent yaşamının farklı odaklarına uğrarız. Bu ise bütünlüklü bir metinden ziyade karikatürler ile oluşmuştur. Yani kitabın her sayfasında şehir yaşamının özellikle insanları ve mimariyi nasıl ve ne şekilde dönüştürdüğü farklı odak noktalarıyla çizilmiştir. Korku ve keşmekeşlik anlatısı merkezde olmakla beraber bu yazıda, farklı odaklardan hareketle şehrin barındırdığı zıtlıklar, erotizm çağrışımı, tekdüze yaşam, bu dünyada kendisini bulan “eski”nin tepkisi ve mimari dönüşüme atıflar incelenecektir.

Kitabın kapağında sonsuz pencereli apartmanların arasında, gittikçe noktalaşan, birbirine benzer insan yığınıyla karşılaşıyoruz. Yaşadığımız büyük kentlerden alışık olduğumuz manzaranın altında ise minik bir cümle: “Korkuyorum, Georges!”. Bir korkuyla başlıyoruz ve öyle ki bu korku, biricikliğini vurgulayan modern insanı koca şehrin içinde dehşete düşürür vaziyette. Öznesi belli olmayan bu sesin sahibiyle kitabın kapısını aralıyoruz ve şehrin keşmekeşine dalıyoruz. Yüz çizgileri belli olmayan insanlar ve binlerce pencereli gökdelenler arasında iki adam konuşmaktadır ve “Vecizelerimin hâlâ dilden dile dolaştığı pek çok yer biliyorum” der biri (7). Bu dilden dile dolaşma hâli sözlü kültüre ait bir durumken bununla caddeler ortasında karşılaşırız. Elinde iş çantalarıyla gezinen insanların şehre, hıza, kalabalıklar arasında sıkışmışlığa yabancılığıdır bu bir bakıma. Hem şehrin keşmekeşliğine dalmıştır ama hâlâ vecizelere ve dilden dile dolaşmalara inanır bu kişi. Şehir bu bağlamda zıtlığı barındıran mekândır. Her şey hızlıca akıp giderken özdeyişlerin de var olduğuna dair inancın devam ettiği yerdir. 

Yeni şehir aynı zamanda dakikliğin, bir yerlere yetişmenin telaşının da mekânıdır. Öyle ki yoğun ve birbirine benzer şekilde çizilen kalabalığın doluşmaya çalıştığı toplu taşımalar tıklım tıkış hâlde ilerleyemez ve tepetaklak oluverir. Bu keşmekeşe yenik düşen ama yine de itekleyen modern şehir insanı Sempe’nin çizimleriyle katları sayılamayan binalar, iş yerleri, arabalar ve otoparklar arasında kıstırılmış ve dahi eylemsiz hâldedir. Tek yapabildikleri işe gitmek, gelmek, caddelerde hızlıca yürümektir. Şehrin düzeni dışına çıkanlar da huzuru bozmakla suçlanır. Rutinin dışına çıkan, aylakça vakit geçiren iki kişi “Dikkat edelim de şunlar huzuru kaçırmasın” ithamına maruz kalır (11). İnsanlar arası ilişkilerde herhangi bir sıcaklığa ve samimiyete yer yoktur. Olabildiğince asgari seviyede tutulan ilişkiler, çizimlerde biri konuşurken diğerinin kafasını bile kaldırmadan, mimiksiz şekilde onu dinlediğinde belirir (24). Kitapta gerekmedikçe insanların konuşmadığını görürüz. Ofisine gelen adam her gün karşı ofiste birinin ona selam verdiğini zannetmektedir. Oysa ki ofis arkadaşı Lucienne, onun diğer ofisteki ayna olduğunu söyler (24). Buna çok içerler karakter çünkü o selam büyük kentin her an değişen koşullarına, karmaşasına yenik düşen özneye bir ışık olmuştur ama bunu da yitirir. Ayna metaforu bu çizimden hemen sonra tekrar, evli bir çiftin karşı apartmanında belirir.

Sıkılmış gibiler. Yine de sevimli bir tarafları yok değil; adamın dürüst bir tipi var, kadınsa açıkyürekli kadınlara özgü şu tatlı melankoliye sahip. Onlara selam verebilirdik. Birlikte bir şeyler içebilirdik. Kesin ahbap olurduk. Sinema, yürüyüş; bazen bizde toplanabilirdik, bazen de onlarda. (26)

Toplum pazar sıkıntısında gibi hâliyle evlerde, ofislerde kıstırılmış ve eylemsiz hâlde devinirken modern şehir aslında sonsuz olasılıklarla kaplıdır. Bir yandan suniliği de barındıran bu durum, sonsuz olasılık fikri belki de insanları eylemsizliğe ve kendini azaltmaya götürür. Eylemsizlik hâli hiçlikten farklı olarak tekrarlılık ve tekdüzelikten beslenir. “Yürürken kendini ayarlıyor, çizginin üzerinde her defasında muntazam adımlar atmak kolay iş değil. Nasıl da titiz benim Lucien’im!” (28). Kıstırılmışlık hâlinin insanda beliren ve çizimlerde gördüğümüz somurtuk yüzlü ve kamburlaşan öznelerin geniş düzlüklere, parklara kavuştuğunda yaşadıkları sevinç de yüzlerinden okunur. Bu iki karşıtlığı yan yana getirir Sempe. İki zıtlık mimarinin dönüşümünde de göz önüne serilir. Sempe eski çatılı binaların ve ağaçların arasında elinde şapka tutan bir adam heykelini çizer. Bu heykelin etrafını ise yapıları yapaylığa çevirecek olan mimarlar çizilmiştir (49). Bir sonraki karikatür ise “yeni”nin hâlidir. Bu yeni, doğayla iki ağaçla bağı bulunan alanın betona, suni ve insansız meydanlara dönüşmüşlüğüdür. Artık önemli olan insanların ihtiyaçları, meydanlarda soluklanmaları değildir, öyle ki bu yeni meydanlarda şapkasını tutan insan heykelciğe bile yer verilmez. Bu “yeni” diğerinden tamamen farklı olarak milimetrik farklılaşmayan pencerelerden, pasajlardan ve muntazam banklardan oluşur. Doğanın değişkenliği, dönüşüme izin veren zihniyeti ve imkânı bir çırpıda yok edilmiştir. Artık bisikletlerin arşınladığı yolları, kornaları ve egzoz dumanlarıyla arabalar kaplamıştır. Ancak Sempe tüm bu distopik gerçekliğe rağmen tüm kapıları kapatmaz ve bence gizlice işaret ettiği nokta da burasıdır. Tüm bu yıkıma rağmen, arabaların ortasında var olmaya çalışan bisikletli adam oradadır.

Şehrin suniliğinin insan ilişkilerine de yansıdığı modern şehir bireylerde erotizm çağrışımı da uyandırır. Ama erotik çağrışım yapay şehrin ortasında erkek özne tarafından tahakkümvari, şehrin keşmekeşiyle birlikte acele ile tecrübe edilir. “...siyah eldivenlerden birini çıkar, ama sonra tekrar giy. Altında ne var? Tüh, gelecek sefer siyahları giyersin. Tamam. Bluz. Onun düğmelerini de yavaşça çöz ve...” (56).

Şehrin kuşatılmışlığının içinde ondan kaçmaya çalışan eskinin temsiliyle evine kapanmış hâlde karşılaşmaktayız. Nesneler silsilesine kendini kaptırmış, camın önündeki koltuğunda git gide yaşlanan bu kadın, şehrin gizil keşmekeşine kendisini ne kadar kapatırsa kapatsın karşı dairesinden yine de buna dâhil olur (14-20). Bachelard Mekânın Poetikası kitabında evin, koru(n)maya dair anıları yeniden yaşayarak kendimizi avuttuğumuz ve anıları muhafaza ettiğimiz niteliklerinden bahseder (36). Ama sadece biz evlerin içinde kalarak anıları korumaya almayız, ev de bizim içimizdedir ve evle ilgili hayaller böylelikle iki yönde birden ilerler (30). Yaşlı kadın kentin gürültülü denizine evinin kapılarını sıkı sıkıya örtse de toprağa değil, betona dikilmiş apartmanı aslında onun en içindedir de. Kentin zıtlığı yine, kaçsa da orada var olur. Caddelerde karşılaşmasa da, karşı apartman dairesini gözetlemesi buna imkân verir. Modern kentlinin yaşamına penceresinden dâhil olur.

Nurdan Gürbilek Ev Ödevi’nde Bachelard’dan bir alıntı yapar. “‘Geceye açılmış bir gözdür ev,’ diyordu Bachelard, ‘görür, geceler, gözetler.’ Ama evde olanın, hayatının şu ya da bu anında mutlaka soracağı bir soru var: Ya ışık dışarıda, karanlık olan evse? Ya gözetleyen, geceleyen, gören dışarıda; gözetlenen evdeyse?” (62). Sempe’nin çizilerinden hareketle şunu söylemek mümkün; ev her ne kadar mutluluk mekânı olarak tahayyül edilse de şehir, betona dönüşmüş, köklerinden koparılmış şehir dahi aydınlığı barındırabilir. Yani içerisi için bir nevi yapay cennet diyebiliriz. Şehir bireyi kuşatsa, sarsa ve kendi olmaya imkân vermemeye çalışsa bile bu bir kapanım olmaktan öte açılıma imkân veren bir tarafa da sahip. Sempe’nin de bu bağlamda ilerlediğini görüyoruz ki son sahnede sonu gelmeyen caddeler arasına çıkmaz sokak olanağını ekleyerek şemsiyesini takip eden adama seslenen, çiçeklerini sulayan eski zaman sakiniyle karşılarız. Çizimler distopik bir çizgide ilerlese de  Sempe’nin bunu katı bir eleştiriden veya etrafını çepeçevre saran yeni şehre çatık kaşıyla kızar gibi yapmaktan ziyade bunun açmazlarını, çatlaklarını ve yitirttiklerini karikatürlerle hissettirmeye çalışır. Zaten modern şehir ve bununla beraber yaşantı her katılığın eridiği bir yerdir artık. Bu ise bir imkânsızlık hâlini yansıtmaz, tam tersi olarak modern şehrin çatlakları arasında yeni tecrübeler mümkün olur.

 

Kaynakça

Bachelard, Gaston. Mekânın Poetikası. İstanbul: İthaki Yayınları, 2017.

Gürbilek, Nurdan. Ev Ödevi. İstanbul: Metis Yayınları, 2016.

Prakash, Gyan. “Imaging the Modern City, Darkly”. 2. http://assets.press.princeton.edu/chapters/i9334.pdf.

Sempe, Şehir Yaşamı ve diğer şeyler. İzmir: Desen Yayınları, 2018.