Kritik

İnsan Olmak Utanılacak Bir Şey Midir? Frank Tashlin Kitaplarında İnsan Olmak

İkinci Dünya Savaşı’nın izlerinin henüz tüm tazeliğiyle taşındığı bu yıllarda insanlığa övgüler dizmek elbette makul olmayacaktır.

Warner Bros., Disney gibi önemli stüdyolarda çizgi filmler hazırlayan, Hollywood’a yerleşerek pek çok meşhur komedi filminin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Frank Tashlin’in kaleme aldığı sayılı çocuk kitaplarından ikisidir Ayı Olmayan Ayı (1946) ve Yüzünde Güller Açan Keselisıçan (1950). Her iki metnin hayranlık uyandıracak güzellikteki illüstrasyonları da Tashlin’in kendisine aittir. Bu kitapları özel kılan ise konuları itibarıyla, şimdiye dek alışık olduğumuz çocuk kitaplarından farklı bir yerde durmaları: Tashlin, Ayı Olmayan Ayı’da sanayileşme, Yüzünde Güller Açan Keselisıçan’da ise şehirleşme temiyle; benlik, kişilik, sosyal kimlik gibi meselelere dikkat çeker.  

Çocuklar için bu konu ve temalarda kitaplar üretmenin ne denli ustalık ve cesaret isteyeceğini tasdik etmek, elbette benim yetkinliğimi aşıyor. Ben bu yazıda, neredeyse birbirinin aynı kurguya, anlatı dili ve yazınsal derde sahip iki kitabın, finalde nasıl tezat hisler bırakabileceğini tartışmak istiyorum. Niçin Ayı Olmayan Ayı’yı okuduğumda içim umutla dolarken, Yüzünde Güller Açan Keselisıçan’ı okuduğumda insan olmaktan rahatsızlık duyduğum üzerine çok düşündüm. Hâlbuki anlayışsız, düşüncesiz ve hatta bencil “insanlar” her ikisinde de vardı. Aradaki fark, sade bir okur olarak ayı karakteri ile özdeşlik kurabilirken keselisıçanla kuramamamdan kaynaklanıyordu. Fakat bunu birinde başarırken neden diğerinde yapamıyordum? Bu sorunun cevabını ve kitapları bu kadar etkileyici yapan detayları biraz açmak isterim.

 

Anlatıyı Kuvvetlendiren Karşıtlıklar

Ayı Olmayan Ayı, ilk olarak 2013 yılında Hayykitap tarafından dilimize çevrilir. 2017 yılında ikinci kitap Yüzünde Güller Açan Keselisıçan ile birlikte, bu kez Redhouse Kidz aracılığıyla okura ulaşır.[1]

Her iki kitap da benzer şekilde başlar: Kahramanları kendi doğalarında, oldukları gibi olmaktan mutlu görürüz. Ayı başını kaldırdığında güneye doğru göç eden bir kaz sürüsü ve ağaçlardan hafifçe düşen yapraklar görür, kış uykusu vaktinin geldiğini anlar. Onu mağaranın hemen önünde ya da içinde görmeyiz mesela, uzaktadır, yürümektedir. Mağara ve ayı arasına çizilmiş bu uzaklık, onun ağır ağır yürüdüğünü hissettirerek doğanın sakinliğini vurgular okura. Keselisıçan ise kitabın odağındaki gülümsemesiyle tanımlanır daha en başta: “Günlerce dalda kuyruğundan asılı gülümser, gülümser ve yine gülümserdi. Koca ormandaki en mutlu, en güleç yüzlü, kuyruğu en güçlü keselisıçandı o” (Tashlin 12).  

Tashlin’in anlatı dilini en çok kuvvetlendiren özellik, karşıtlıklara sıklıkla başvurmasıdır ki her iki kitapta da sanayileşme ve şehirleşmenin karşısına doğayı koyduğunu görürüz. Bu doğa, kırsal yaşam, köy hayatı değil; tamamıyla insansız bir sahadır. İlk sayfalarda resmedilen bembeyaz karların yerini kara kara fabrika dumanları, nazlı nazlı yere düşen yaprakların yerini durmadan çalışan makine dişlileri alır zamanla. Ormandaki sadelikten kaotik fabrika/şehir çizimlerine, durağanlıktan harekete geçmek, okuru rahatsız etmek üzere kurgulanmış Tashlin eleştirilerinden biridir. Tam burada şu noktayı da hatırlamakta fayda var: Her iki hayvanı da başlangıçtaki doğa çizimlerinde sayfanın odağında ve oldukça büyük görürüz. Şehre vardıklarında ise küçülmüş, benzerleri arasında ayırt edilemez hâle gelmiş, hatta kaybolmuşlardır. Tashlin, çizimleriyle de “bu çağda var olabilmek” konusuna ince ve trajikomik bir eleştiri getirir. 

Ayı Olmayan Ayı’daki olmak-olmamak karşıtlığına ek olarak, keselisıçan hikâyesinde gülmek-üzgün bakmak zıtlığı okurun karşısına bir çeşit alışkanlığı kırma biçiminde çıkar. Viktor Schlovsky’nin “Art as Technique” başlıklı makalesinde açıkladığı üzere kurmaca metinlerde kullanılan çeşitli alışkanlığı kırma yöntemleri vardır (aktaran Esen 183). Keselisıçan’ın daldan sarkarken gülümsediğinde ağzının yukarı değil, aşağı kıvrık olması, gülümsediğine insanları ikna etmek istediğinde ise “Ağzın gülmüyor” (Tashlin 18) cevabıyla karşılaşması, tüm anlatının seyrini değiştirecek tezattır. Aynı zamanda kurgusuyla okuru şaşırtmayı başarır ve ona şimdiye dek aşina olmadığı bir hikâyeyle karşı karşıya olduğunu hatırlatır. 

 

Antroposentrik Zihniyetin Hak İhlali

Her iki anlatı da antroposentrik (insan-merkezli) zihniyetin hak ihlali ile başlar: Ayı, kış uykusundan uyandığı sabah mağarasının “TAM ÜZERİNE kurulmuş büyük, kocaman, devasa bir fabrika” (16) ile karşılaşır. Keselisıçanın hikâyesi ise daha trajiktir, onu kuyruğundan asılı olduğu ağacı kökünden sökerek ve elbette yine rızasını almadan götürürler şehre. Ayıya aslında kim olduğunu söyleyen de, keselisıçana “bir iyilik yapıp” yüzünü zorla güldürmeye çalışan da aynı insanoğludur. Fakat Ayı Olmayan Ayı’daki insanlar kitabı bitirdiğinizde sizi rahatsız etmez. Zira onlarla değil, ayıyla özdeşlik kurmuşsunuzdur.

Bunun ilk sebebi, adım adım, yavaş yavaş ayının çaresizliğine şahitlik etmenizdir. Sırasıyla ustabaşından genel müdüre, üçüncü başkan yardımcısından ikincisine ve birincisine, son olarak da başkanın huzuruna “çıkarılan” ayı ile birlikte siz de kendinizi ifade etme ihtiyacı duyarsınız. Masadaki telefonların, odadaki sekreterlerin, duvarlardaki varaklı çerçevelerin sayısının her odada biraz daha arttığı bu hiyerarşik düzen içerisinde, kim olduğunu bilen ayının zamanla kendinden şüphe etmeye başladığını sezersiniz. Genel müdürün odasında masaya abanıp kim olduğunu haykıran ayı gitmiş, yerine; başkanın odasında küçülen, sesi cılızlaşan bir ayı gelmiştir. Ayının ayı olduğunu çok iyi bilen okur için bu haksızlığa direnç göstermek ve ayının tarafını tutmak elbette kaçınılmazdır.

Benzer bir haksızlık keselisıçan hikâyesinde de yaşanır. Aslında yüzü gülen keselisıçan, dala kuyruğundan asıldığı için doğası gereği ters durmaktadır ve gülen ağzı üzgün gibi görünmektedir. Keselisıçanı güldürmek için azimle mücadele eden insanların tarafını tutmazsınız, çünkü ayı hikâyesindeki gibi acıklı bir hadise değil, olsa olsa acıklı bir güldürü vardır karşınızda. Şayet keselisıçan üzgün olsaydı ve insanlar onu mutlu sansaydı, muhtemelen bu çok daha acıklı bir hikâye olurdu ve okurun kahramanla özdeşlik kurması biraz daha kolaylaşırdı. 

 

Kim Olduğunu Unutmamak

Ayı ile özdeşlik kurmayı kolaylaştıran bir diğer sebep ise onun kim olduğunu unutması, başkalarının sözüne hak vermesidir. Çocuk okur için sanayileşme, dişli makinelere geçiş, toplumda işçi sınıfının oluşması gibi tarihsel gerçeklerin henüz bir anlamı yoktur fakat kitabı okurken farkında olmadan alacağı mesaj kıymetlidir: Başkalarının tanımladığı kişi değil, kim olduğuna inandığın kişisin. Aynı sözü birden çok kişinin tekrar etmesi onu doğru veya gerçek yapmaz. Bu noktada, bilhassa sirk ve hayvanat bahçesi detayları hayattaki kimlik tanımları açısından çok çarpıcıdır. Hayvanları hayvanat bahçesine hapsetmek, bunu yapmak için kendisinde hak bulmak yine antroposentrik zihniyetin bir ürünüdür ki kafesler, burada doğan veya uzun yıllar kalan hayvanlar için kimlik tanımlarının ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir zaman içinde: “Hayır, o ayı değil, dedi hayvanat bahçesindeki ayılar. Ayı olsaydı sizinle birlikte kafesin dışında olmazdı. Bizimle birlikte kafesin içinde olurdu” (43).

Sirkler ise varoluşu itibarıyla farklılıkların, olağan dışılıkların seyirlik hâle getirildiği yerlerdir. İnsanlar “dünyanın en uzun ya da en zayıf, en güçlü ya da en şişman” insanlarını seyrettiklerinde, kendi normalliklerine dair gizli bir üstünlük, kıvanç duyarlar. Kimlik meselesinin konu edildiği bir kitapta sirkin ziyaret edilmesi, bu açıdan oldukça anlamlıdır. Buradaki ayılar da, tıpkı hayvanat bahçesindekiler gibi kimliklerini orada olmak üzerinden tanımlarlar. Kendileri gibi olmayanların, ayı olmasına imkân vermezler: “Hayır, o ayı değil, dediler. Ayı olsaydı tribünde sizinle birlikte oturmazdı. Kafasında çizgili kurdeleli küçük bir şapka, elinde bir balon, bizimle birlikte bisiklete binerdi” (47). Ayı olmadığı kendi cinsinden birileri tarafından da tasdiklenen ayı, gerçekten bir ayı olmadığına ikna olarak fabrikada çalışmaya başlar. Benliğine yapılan saldırı sonucu tecrübe ettiği bu “kimliğini kaybetme” hâli onu okur gözünde çaresiz, empatiye ve teselliye açık hâle getirir.

Keselisıçanın hikâyesi ise nelerin kaybedildiğine dikkat edildiğinde o kadar trajik değildir, zira keselisıçan hiçbir zaman “kendini” kaybetmemiş ya da başkasının sözüne inanmamıştır. O her zaman kendinden emindir. Hatta bir bölümde, karşılaştığı bu insanları aklından çıkaramadığı için “gece boyu tek başına için için ağlar” (52). Ayının çaresizliği onu nasıl teselliye açık hâle getirdiyse, keselisıçanı insanlığın hâline ağlatan üstenci tavrı da gururdan bir duvar örmesine sebep olur. Okurun kendisiyle empati kurmasını engeller. Öyle ki bu tavır, okurun insan olduğu için rahatsızlık duymasına dahi sebep olur.

 

Kayıp Kimlik, Temsilî Ölüm

Özdeşlik kurma meselesindeki farklılığın dayandığı son sebep ise anlatıların finallerinde saklıdır. Keselisıçan içli içli ağladığı gecenin sabahında, gün ağarırken ormana döner. Bir daha hiç mutlu olamayacağını düşünürken parlayan güneşe, yağmura, çamura gülümserken bulur kendini. Son derece kolay gelişen bu sıcacık finalin karşısında, Ayı Olmayan Ayı’da, güçlükle elde edilmiş bir mutlu son vardır. Bir gün fabrikanın kapısına kilit vurulur, tüm işçiler bir yana dağılır. Ne yapacağını bilemeyen ve ayı olmadığı için kış uykusuna da yatamayan ayı karların altında kalmış, donmak üzeredir. Kendini kaybetmenin bir çeşit ölüme benzetildiği bu sarsıcı finalde, Tashlin çocuk okura kıyamaz ve ayıya mağaranın yolunu gösterir. Son sayfada, soğuktan uzak mağarasında, yüzündeki tatlı gülümsemeyle kış uykusuna dalan bir ayı görürüz. Kimliğini bulmakla gelen bu iç huzuru, ferahlık, kitabı bitiren okurun da kendi kimliğini bulmuş gibi ferahlamasına sebep olur. Keselisıçan hikâyesinde hâline ağlanan insanoğlu ile özdeşlik kurup kendini rahatsız hisseden okur, burada kendi kimliğine sahip çıkmış gibi güçlü ve ferahtır.

 

Sonuç

Frank Tashlin’in, çocuklar için oldukça derin meseleleri tartıştığı Ayı Olmayan Ayı (1946) ve Yüzünde Güller Açan Keselisıçan (1950) kitaplarını kaleme aldığı seneler, tüm dünyada insanlık tarihi açısından huzurla hatırlanan vakitler değildir ne yazık ki. İkinci Dünya Savaşı’nın izlerinin henüz tüm tazeliğiyle taşındığı bu yıllarda insanlığa övgüler dizmek elbette makul olmayacaktır. Bu sebeple Frank Tashlin gibi komediden ve çizgi filmden hiçbir zaman vazgeçmeyen bir kalemin dahi böylesi sert ve eleştirel bir dilinin olması yadırganmayacak şeydir.

Hemen hemen aynı kurguya, eleştirelliğe ve anlatı diline sahip bu iki kitabı okuduğunuzda ilginç bir tecrübe yaşıyorsunuz: Ayı Olmayan Ayı’nın kimlik meselesine dair tüm değerli mesajlarıyla size ümit vadettiğini, Yüzünde Güller Açan Keselisıçan’ın ise biraz rahatsız hissettirdiğini fark ediyorsunuz. Bunun sebeplerini tartıştığım bu metinde ulaştığım sonuçlar ise şöyle: Okurun, insanlığın hâline ağlayacak kadar üstenci bir tavırla kendinden emin bir keselisıçana karşılık, başkasının sözüne kanarak kim olduğu hakkında şüpheye düşen bir ayı karakteri ile karşılaşması, ister istemez bir taraf seçmesine sebep oluyor. Elbette teselliye ihtiyacı olan karakterle empati kurması onun için çok daha kolay. Ayının buna ek olarak kimlik kaybıyla gelen temsilî bir ölümü tecrübe etmesi, bu esnada keselisıçanın ise kolaylıkla eski hayatına dönebilmesi, empatiyi acınacak halde olanın kazanmasıyla son buluyor. İşbu sebeplerden dolayı ayı ile özdeşlik kuran okur umutla dolarken, keselisıçan hikâyesindeki “düşüncesiz” insanlardan olmak okur için rahatsız edici bir tecrübeye dönüşüyor.

 

Kaynakça

Esen, Nüket. Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2012.

Tashlin, Frank. Ayı Olmayan Ayı. İstanbul: Hayykitap, 2016.

______. Yüzünde Güller Açan Keselisıçan. İstanbul: Redhouse Kidz, 2017.


[1] Eseri, her iki yayınevi için de aynı çevirmen dilimize kazandırır. Fakat ikinci kitabın isim tercihinin ilki kadar etkileyici olmadığını ve orijinalinden uzaklaşıldığını düşünüyorum. The Bear That Wasn’t ve The Possum That Didn’t kitapların orijinal isimleridir. İlk kitabın isim çevirisi, ayının verdiği kimlik mücadelesini olmak-olmamak (to be) iması üzerinden çok güzel yansıtırken; “yüzünde güller açan” ifadesinde orijinalindeki did not’ın karşılığını, keselisıçanın başarısızlıkla sonuçlanan insanları inandırma mücadelesini göremeyiz. Yazarın bilinçli bir tercihle yarım bıraktığı bu cümle-başlıklardan ikincisi için seçilen “yüzünde güller açmak” sevimliliğinde bir ifadenin, Frank Tashlin’in eleştirel üslubuna ters düştüğünü, bir başka çocuk kitapları editörü İsmail Keskin daha önce vurgulamıştı. Buna ek olarak, metin içerisinde okurun karşısına çok sık çıkan bu uzun ifadenin anlatıdaki akış hızını da ağırlaştırdığını düşünüyorum.