Kritik

Emeğin En Kısık Sesi: İşçi Öyküleri – Çocuk İşçiler

Nihayetinde İşçi Öyküleri – Çocuk İşçiler’de toplumsal bir sorun olarak beliren sınıf çatışması, çocuk işçiler özelinde ele alınır.

“Tüm çırakların ortak kaderiydi bu. Tamamı ortaokul çağında olan bu çocuklar çok çalışıyor, çok az para alıyor, maddî ve manevî şiddete uğruyor… Ve en önemlisi en doğal olan eğitim hakları olan eğitim hakkından yoksun kalıyorlardı. Annesinin dediği gibi, ‘Fakirliğin gözü kör olsun’du. Çünkü bu çocukların tamamına yakını yoksuldu. Aldıkları üç beş kuruşa ailelerinin çok ihtiyacı vardı. Bu yüzden seçme şansları yoktu. Ustalarının tüm kötü davranışlarını kabullenerek itirazsız çok çalışmak zorundaydılar” (İşçi Öyküleri – Çocuk İşçiler 38)

 

İşçi Öyküleri, “Timsahın Ağzındaki Usta” ve “Kadın İşçiler” gibi özel sayılarıyla birlikte bir seri hâlinde 2004’ten itibaren yayımlanmaya başlar. Çocuk İşçiler alt başlığıyla Tuncer Uçarol tarafından özel olarak hazırlanan bu kitap, “Çalışmayı Seven Çırak”, “İşçi Öğrenci”, “Bir Sarı Güldür İşçi Çocukları” ve “Delikanlı İşçiler” olarak dört bölümden ve on yedi hikâyeden oluşmaktadır. Genel-İş Sendikası Yayınları tarafından basılan bu derleme öykü kitabının sonunda, yazarların özgeçmişi ve Çocuk ve Genç İşçiler Mevzuatı verildikten sonra uygulamadaki çocuk ve genç işçilerin durumu karşılaştırmalı olarak sayısal verilerle okura sunulur.

Günlük hayatta çok kısık bir şekilde duyduğumuz ya da hiç duyamadığımız emeğin en tiz sesi olan çocuk ve genç işçilerin sesi, bu öykülerde güçlü bir şekilde duyulur. Hakan, Ayhan, Sümeyra, İbram ve daha pek çok çocuk gibi doğuştan bazı temel haklara sahip olamayan anlatının çocuk kahramanları, metinde sorumluluk alıp çeşitli fedakârlıklarda bulunarak kendi çocukluklarından ve eğitim haklarından vazgeçmek zorunda bırakılır. Ancak bu kayıpların ve temel hak ihlallerinin telafi edilmesi için herhangi bir çözüm ortaya konulmaz. Farklı yazarların kaleme aldığı öykülerin ortak motivasyonu, okuru çocuklar işçilerle doğrudan karşı karşıya getirerek ona düzenin işleyişinde payı olup olmadığını sorgulatmaktır. Bu nedenle çocukların almak zorunda olmadığı bu sorumluluğun yükünü okuruna hissettirir. Bu his umut, neşe, acı, sevinç, keder, sömürü ve yoksulluk gibi çeşitli kavramlar dolayımıyla farklı şekillerde temsil edilse de yol hepsinde aynı kapıya çıkar: “Eşit değiliz!”. Bu değerlendirme yazısında, bir yanıyla İşçi Öyküleri – Çocuk İşçiler öykülerinde yer alan karakterler arasında yaşanan çatışmalar, sömürü ve eşitlik kavramları odağında değerlendirilirken aynı zamanda her çocuğun eşit bir şekilde öğrenim görme hakkına sahip oluşunun anlatılarda okura nasıl yansıtıldığının izi sürülecektir.

 

Sömürülme Biçimleri: Güvencesizlik, Duygusal ve Cinsel İstismar

Metnin ilk kısmı olan “Çalışmayı Seven Çırak” bölümündeki öyküler çıraklık kavramı etrafında örülür. Çocukların potansiyelleri sistemin dönen çarkında ezilip un ufak edilirken farklı iş kollarında çalıştırılan çocukların aile ve işveren aracılığıyla kendilerine yabancılaştırıldığı gözlenir. Fakat bu hakikate karşı çocukların duygusal refleksleri farklılık arz eder. “Halay Çeken Çocuklar” öyküsü mutlak yoksulluk koşulunun yani doğuştan içinde bulunulan durumun umursamazlığıyla ayakkabı boyacılığı yaparken hayata ve koşullara karşı halay çekmenin getirdiği birliktelik ve enerji duygularıyla direnme biçimini temsil düzlemine taşırken “Eller” öyküsünde çırakta seyreden tepki kendine yabancılaşma durumunun ve “öteki”yle sınıfsal aidiyet kurma bilincinin yansımasıdır:

Ellerini temizleyeyim derken fazlaca oyalanmıştı besbelli. Hemen koştu, süpürgeyi, faraşı aldı, talaş dökülen yerleri iyice temizledi. Dükkânda çalışan herkesin, tabii Fahri Ustanın da elleri simsiyahtı. O güne kadar bu ellerin hiç dikkatini çekmemiş olduğunu hayretle fark etti Ayhan! Aylardır her gün gördüğü bu simsiyah elleri o güne kadar hiç yadırgamamış, sanki hepsinin elleri doğuştan siyahmışçasına onları öyle kabul etmişti. (40)

Keyifsiz bir hâlde sofraya oturdu. Bu siyah eller kimindi? Bu ellerle nasıl yemek yiyecek, nasıl ekmek tutacaktı? Elleri ona yabancılaşmıştı… Kullanmak içinden gelmiyordu… (Bektaş 41)

“İşçi Öğrenci”, “Bir Sarı Güldür İşçi Çocukları” ve “Delikanlı İşçiler” bölümlerinin adlandırmaları da benzer öykülerde ele alınan veya vurgulanan kavramlar aracılığıyla şekillenir. “İşçi Öğrenci” bölümünde yer alan öyküler hem işçi hem de öğrenci kimliğine sahip ruhen ve fiziken iki parçaya bölünen çocuklardan bahseder. Bu öykülerde yer alan bazı çocuk kahramanlar ekonomik sebeplerden dolayı eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalır, aileleriyle kurulan ilişkileri yeniden tesis edilir, işçi çocukların zihninde beliren otoriter figür olarak patron-baba karşılaştırmasına ve oluşan güvencesizlik durumu hasebiyle gerçekleşen iş kazasına yer verilir. “Bir Sarı Güldür İşçi Çocukları” bölümündeyse çocuklar aileleriyle birlikte yoksulluğa terk edilir ve toplumsal sınıf olarak ezilme pratiklerine maruz kalırlar. Burada çocuk emeği, -görünmeyen ev içi kadın emeğine olan yaklaşımda olduğu gibi- sadece babaya yardım ve aile bütçesine katkı olarak belirir. Kitabın sonunda yer alan “Delikanlı İşçiler” bölümündeki öykülerde gururlu ve çalışkan genç işçiler anlatılır. Yine burada da güvencesizlik, iş kazası/cinayeti, çocuğun güçlü özne olma potansiyelinin çözülüşü gibi daha önce vurgulanan noktalar ele alınır.

Söz konusu tüm bu vurgular, öykülerin genelinde okurlarına hissettirilse de “Koca Yürek”, “Sümeyra”, “İbram”, “Kestirme” ve “Kiralık Mustafa” adlı öykülerde “güvencesizlik” daha da belirginleşir; yanı sıra iş kazaları/cinayetleri, cinsel istismar ve insan saymama gibi sınıfsal olarak seyreden “ezme pratikleri” de okura sunulur. “Koca Yürek” adlı öyküde ezilim, sigortasız çalıştırılan çocuk işçi Hakan ile ona yol gösteren kalfa Ferhat aracılığıyla gerçekleşir. Anlatıda Kalfa Ferhat, Hakan’a patronla konuşup sigorta yaptırması konusunu sık sık hatırlatır ancak Hakan buna bir türlü anlam veremez. Kendi emeğini güvence altına aldırmayı ve hakkını savunmayı ayıp saymaktadır:

Bana aslan Hakan diye seslenen, beni adam yerine koyan, bana güvenen bu adamın karşısına geçip, ‘Bana sigorta yap’ nasıl derim ben? Ona güvenmiyorum sanmaz mı? Yok! Yapamam, yapmam. O bilir vaktini. Beni düşünür o. Göz kapakları nihayet kapandı; tüm bedeni uykuyla buluşmak için sanki bu kararı bekliyordu. Hayır! Böyle bir şey istemeyecekti patronundan. (Topal 24)

Nihayetinde Hakan güvencesizliğinin bir sonucu olarak iş kazası geçirir ve topal kalır. Patron da, artık “işine yaramayacağını” düşünerek kimseye hesap vermeden onu işten çıkartır. Böylelikle Hakan yalnızlığa ve kaderine terk edilir.

“Sümeyra” öyküdeyse diğer öykülerden farklı bir şekilde çocuk işçi olarak bir kız çocuğu tercih edilmiştir. Bu öyküde öncelikli olarak güvencesizlik vurgusu yapılmasa da okura bu durum hissettirilmiştir. Evdeki tüm yük ve sorumluluk Sümeyra’nın omuzlarındadır. Engelli durumda olan annesi başta bu durumu gururuna yediremese de kızının çalışma talebine boyun eğmek durumundadır. Sümeyra başta mevsim işçisi olarak salyangoz toplarken bir süre sonra arkadaşının aracılığıyla bir fabrikada işe başlar. Buradaki güvencesizlik hissi baştan sona çeşitli durumlarla okura hissettirilir: “Sümeyra hazır mısın? Yine gecikmeyelim, sonunda neler olduğunu gördük. Üç kuruş için canımız çıkıyor, onu da kesiyorlar her bahanede” (Turan 59). “İbram” öyküsünde de eğitim hakkı elinden alınmamış bir çocuğun tesadüf eseri sanayide çalışan yaşıtı çırak İbram’la karşılaşması ve ailesinin “okumazsan böyle olursun” söylemiyle beliren psikolojik şiddet gözler önüne serilir. Fakat İbram’ın cephesinde psikolojik şiddetin yanında fiziksel şiddet de vardır ki güvencesizliğin asıl sebebidir: “Masada duran tornavidayı alıp ustasına getiriyor. Usta tornavidayı alıp şöyle bir bakıyor ve yağlı, paslı elleriyle bir tokat patlatıyor İbram’a! İbram’ın gözlerinde bir damla yaş yok ustaya bakarken” (Polat 71).

Güvencesizliğin uzantısı olarak “Kestirme” adlı öyküde de boyacı İhsan’ın iş kazası sonucu sakatlanması ve ardından kendi oğluna merdiveni yasaklaması üzerinde durulur. Çünkü baba bu travmatik tecrübenin oğluna geçmesini istemez. İhsan’ın oğlu Deniz, babasının arkadaşı Kemal’den ona boya kestirmesini göstermesi noktasında ısrarcıdır ama Kemal, arkadaşı İhsan’ı düşünerek buna çok yanaşmaz: “Deniz’in babası İhsan, o yılları andıkları zamanlarda, ‘Her şey riskti, belki maceraydı…’ derdi, ama bir amacımız vardı: Daha iyi yaşamak’” (Pehlivan 75). Dolayısıyla öyküyle temellendirilen iş kazasıdır, güvencesizliğin güvencesizliğin sonucu olarak iş kazaları gerçekleşmektedir. İş kazaları gerçekleştikten sonra işçiler bilinçli bir şekilde yalnız bırakılarak kendi kaderlerine terk edilmektedir. Aynı “Koca Yürek” öyküsündeki Hakan’ın topal kalması gibi “Kestirme” öyküsündeki İhsan’ın da kendi kaderlerine başkaları tarafından terk edilişi anlatısal olarak paralellik gösterir.

İş kazaları ve cinayetleri gerçeği ise özellikle “Koca Yürek”, “Kestirme” ve “Çelimsiz” adlı öykülerde de merkeze gelir. Daha önce de bahsedildiği üzere “Koca Yürek” adlı öyküde güvencesizliğin bir sonucu olarak iş kazası gerçekleşmiştir. Hakan, malları dizerken yüksekten düşerek sakatlanır; izlerini hayatının sonuna dek zihninde ve bedeninde taşır. Umutlu ve çalışkan Hakan bu durum karşısında sarsılır ve bir anda yaşlanır. “Sağlam adam gerek bize” (Topal 30) söylemiyle çalıştırılan işçi güvencesiz olduğu için tazminat dahi ödenmeden işinden edilir.

Benzer şekilde “Kestirme” adlı öyküde de boya yaparken yüksekten düşüp yaralanan ve engelli kalan İhsan’dan bahsedilmektedir:

O uğursuz gün İhsan, tavanı boyamadan önce çatlak tamiri yapmak için merdivenle çalışıyordu. Plastik Kemal ise banyoda tavan boyasını hazırlıyordu. İçeriden gelen ‘Güm’ sesini duyduğunda hemen içeri koşmuştu. Yerde yarı baygın yatan İhsan’ı hastaneye götürürken İhsan’ın ağzından kısık sesle güç bela çıkan ‘Plastik! Bacaklarım. Hissetmiyorum…’ lafını bugün bile hatırlıyordu. Deniz, o kaza olduğu gün iki yaşındaydı. (Pehlivan 76)

Tüm bunların uzantısı olarak iş cinayeti gerçeği ise “Çelimsiz” adlı öyküde anlatılır. Yaşar, sevdiğiyle evlenme hayalleri kuran ve annesiyle yaşayan bir gençtir. Arkadaşı Ali aracılığıyla iş bulmuştur: Sokaklardaki çöpleri temizledikten sonra çöp kamyonuna konteynır taşır. Bu işe psikolojik olarak adapte olması onu zorlasa da kendisini motive etmeye çalışır. Fakat Yaşar, sağanak yağmurlu bir günde güvencesizliğin de getirdiği bir sonuç olarak iş cinayetine kurban gider:

Ayakları sular içindeydi. Korunmaktan vazgeçti. Küreğini uzatıp bir adım attı. Boşluğa sürüklendi! Bağırmak istedi sesi çıkmadı. Logarlar kopmuştu… Ceketi kırık demire takıldı. Can havliyle çırpındı. Kendine uzanan ele sarıldı. Yukarıya çekti çelimsiz bedenini. Çıkmayı başardı çamurlu sulardan (…) İlk kez ürkmüştü işinden (…) O gün şoför değişmişti. Yeni gelenin kulakları ağırca işitiyordu. (…) İnsan sesini bastırdı makine sesi! Konteynırı kaldıran işçilerin çığlıkları asılı kaldı alacakaranlığa. Yitip gitti Çelimsiz’in düşleri makinenin tırnakları arasında. Toprak kokusuna doyamadı anası. (Turan 137)

Öte yandan “Kiralık Mustafa” adlı öyküde “çocukları altı aylığına kiralayıp çalıştıran toprak sahipleri” (Tanyıldız 91) ile babalar arasında pazarlık yapılarak çocuk işçilerin bir meta gibi kiralanması da gündeme getirilir. Ebeveynlerin kendi içlerinde değerlendirdikleri kiralık çocuk işçi mevzusu şu şekilde sorunsallaştırılır: “Bizim canımızı yedikleri yetmedi, şuncağız çocuklara mı göz diktiler” (…) Biraz zaman geçtikten sonra hayatın gerçeklerini hatırlayıp kararsız kalırlar: “Kiraya vermeyeceksin de okula gitsin diye şehre mi yollayacaksın çocuğu, neyle?” (92). Burada otorite olan babanın nasırlı ve sert elleriyle başka bir otorite figürü olan patronun yumuşak elleri karşılaştırılır. Baba, çocuğunu her açıdan “eti senin kemiği benim” anlayışıyla patrona teslim etmiştir.

Duygusal sömürü, anlatılar zincirinde tüm öykülemelerin odağı hâline gelse de “Sardunyalar” öyküsüyle perçinlenir. “Sardunyalar”da çocuklukta seyreden fakirlik ve mahcubiyet hissinin bir aradalığı sardunya ile özdeşleştirilir. Bu sebeple sardunyaya olumsuz bir anlam yüklenir: “Hala nefret ederim sardunyadan! Sardunya fakirlikti ve çevremizdeki bütün evlerde sardunya boy verirdi her daim. (…) Bulduğu her yerde, küçücük bir toprak parçasında bile kök salıp gelişebiliyordu sardunya, arsızdı tıpkı fakirlik gibi” (Korkmaz 99). Aynı zamanda zenginlerden gelen kıyafetlerin birer ihsanmışçasına sunulması ve çocukluk hafızasında iz bırakması da işlenir: “Zengin akrabalardan gelen giysilerle düzenlenirdi çocukluk eşyaları. Her eşyamız kullanılmıştı, onlardan bize geçerdi kullanılmışlık kokusu. O yüzdendi hep bir tarafımızın kırık oluşu” (Korkmaz 100).

Duygusal sömürüyle ilintili olarak cinsel istismar konusu ise “Sümeyra” öyküsüyle anlatılar zincirine eklemlenir. Sümeyra’nın, ailesine götüreceği birkaç kuruş için ustabaşının ve patronun kötü muamelelerine sessiz kalmak zorunda kalması, patronunun cinsel istismarına maruz kalmasıyla sonuçlanır. Bu esnada patronun silahını alarak onu öldürür. Henüz on sekiz yaşında bile değilken sistem ona türlü zorunlulukları dayatır ve acı tecrübeleri yaşatır.

 

Sonuç Yerine

Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili adlı eserinde “patetik” ile “trajik” kavramlarına dikkat çeker. Yunancadan gelen “patetik” kelimesi bir sıfattır; “acıklı”, “dokunaklı” ve “hazin” gibi anlamlara sahiptir. “Trajik” ile “patetik” kavramlarının birbirinden farkı: “Trajik” olan, başkaldıran kahramanın seçimine dayalıyken “patetik”, içine doğulan şartlarla birlikte sunulan savunmasızın, yetimin ve ezilenin anlatısıdır (Gürbilek 53-60). İşçi Öyküleri - Çocuk İşçiler’deki öykü kahramanlarının bu sebeple patetik şartları yansıttığını söyleyebiliriz. “Pathos” güçsüzlerin ve ezilenlerin alanıdır. İşte bizzat bu yüzden itidalli bir şekilde değil de acı dolu ve boğazı düğüm düğüm eden bir yapıda okura sunulur. Bu durumda Gürbilek, “pathos” kavramının bazı durumlarda “bathos”a vardığına da dikkat çeker. “Bathos” kavramı ise “pathos”un yüceye ulaşmak amacıyla yola çıkıp ister istemez içten olmayan abartılı bir hâline ulaşmasıdır (Gürbilek 60). Buradan hareketle kitaptaki öykülerde yer yer “bathos”luk hâline de rastlarız. Çünkü bu çiğ acı, oyunsuz ve aracısız bir şekilde doğrudan okurun canının acıması için anlatıya taşınmaktadır. Okurdaki bu yapay acınma hâliyse bir tür konfor alanında gerçekleşir. Konfor alanından yapılan bu okuma eylemi, eşitliği ihlâl eder. Bu çiğ acı, öykülerde ya doruğa ulaşmış ya durağan ya da “mutlu son”a evrilmiş hâlde seyreder. Özellikle “Erkanço” öyküsündeki işçinin patrona evrilerek sınıf atlaması okuru bir üstünlük kurma biçimi olarak rahatlatır. Okurun boğazını düğüm düğüm eden o kısa can sıkıcı an artık çözülmüştür.

Öte yandan öykülerde edebî bir kaygı sezilmemektedir; daha çok toplumsal bir hakikatin verilme gayesi öncelikli olarak hissedilir. Anlatım dili kısmen çocuklara hitap etse de betimlediği ve işaret ettiği çeşitli kavramlar ve sahneler açısından tamamen çocuğa göre olduğu söylenemez. Dile getirilen acı gerçek, ironik veya mizahî bir yolla verilseydi, -ki bunu “Halay Çeken Çocuklar” adlı öyküde zıt duygular etrafında kısmen görmekteyiz-, estetik bir zeminden söz edilebilirdi. Nitekim “Erkanço” adlı öyküde yazarın öykünün sonunda araya girerek didaktik bir tavır takındığını da görürüz: “Bu öykü günümüzde fazlaca önemsenmeyen ama her biri ayrı bir değer olan sabrın, çalışkanlığın ve dürüstlüğün kazandığı bir yaşamın öyküsüdür” (Telör 159).

Nihayetinde İşçi Öyküleri – Çocuk İşçiler’de toplumsal bir sorun olarak beliren sınıf çatışması, çocuk işçiler özelinde ele alınır. Öykülerdeki hemen hemen tüm çocuklar yoksulluk gerekçesiyle ve aile, sistem, patron aracılığıyla güvencesiz bir şekilde çalıştırılarak eğitim hakkından yoksun bırakılır. Okura çocuk işçiliğinin varlığı açısından başarısızlık, meslek edindirmek ve isteksizlik gibi sebepler örnek gösterilirken anlatıda gerçek hayat temsilinin yansıması olarak çözümsüz bırakılan asıl sebep yoksulluk olarak belirir. Eğitim hakkı herkes için eşit ve ulaşılabilir değildir. Bu bilinçli zaaf durumundan ucuz emek sömürüsü açığa çıkmaktadır.

Metinde yer alan alan öykülerin genel olarak çocuk özneler özelinde toplumdaki eşitsizliğe, sömürü ilişkilerine ve eğitim hakkı gaspına dikkat çekmek motivasyonuyla derlendiği gözlemlenir. Dolayısıyla estetik düzlemin konuşulabileceği alanların “pathos”un en çıplak şekilde yansıtıldığı anlar olarak anlatılarda belirdiği söylenebilir.

 

Kaynakça

Gürbilek, Nurdan. Mağdurun Dili. İstanbul: Metis Yayınları, 2021.

İşçi Öyküleri - Çocuk İşçiler. Haz. Tuncer Uçarol. Ankara: Genel-İş Sendikası Yayınları, 2007.

Türkiye’de Çocuk Emeği. Ed. Kemal İnal. Ankara: Ütopya Yayınevi, 2010.