Kritik

Bir Genç Kızın Gizli Defteri’nde Birer Hayat Dersine Dönüşen Küçük Mutsuzluklar

Bir Genç Kızın Gizli Defteri Serra Noyan’ın ilk gençlik yıllarındaki duygu dünyasına ayna tutuyor.

Bir Genç Kızın Gizli Defteri Serra Noyan’ın ilk gençlik yıllarındaki duygu dünyasına ayna tutuyor. Serinin ilk kitabında 15 yaşında lise hazırlık sınıfı öğrencisi olan Serra’nın ergenliğinin ilk yıllarındaki küçük ve büyük sorunları çerçevesinde şekillenen sevinçlerine, üzüntülerine, kıskançlıklarına, öfkesine ve bilimum duygularına onun güncesinden, kendi tabiri ile anı defterinden, dolayısıyla iç dünyasından bakıyoruz. Serra’nın güncesi günlük olaylardaki duygu değişimleriyle şekillendiği için kitaba duygu yoğunluğu fazlasıyla hâkim.

Güncesini yazmaya başladığı sıralarda Serra lise hazırlık sınıfının son demlerini yaşıyor. Sınavlar yaklaşmakta olduğu için biraz stresli. Hayatının bu aşamasında yolunda giden neredeyse hiçbir işi yok. Bu yüzden de yüreğini çoğunlukla olumsuz duygular kaplamış durumda, dolayısıyla anı defterini de. İlk sayfalarında Serra’nın gözünden ailesini ve arkadaş çevresini tanıyoruz. En yakın arkadaşı Ayşegül’den gıptayla, hoşlandığı çocuk Atasay’dan sevgiyle, haliyle Atasay’ın ilgi duyduğu Filiz’den de kıskançlık ve nefretle; sebebini bir türlü çözemediği halde o sıralarda çok sık duygu değişimleri yaşayan, kendisinin yediğinden giydiğine kadar her şeyine karışan annesinden de yine nefret ve öfkeyle bahsediyor Serra. Öte yandan babasının iş seyahatleri sebebiyle bir türlü ortada olmayışından dolayı tedirginlik duyuyor.

O sıralar hayatındaki en büyük sorunu kendisini yeterince güzel bulmaması. Kendi tabiri ile şişko, sivilceli ve gözlüklü bir kız olan Serra, Atasay’ın evinde düzenlenen partide sınıfın şişmanı Toparlak Mehmet dışında kimse tarafından dansa kaldırılmayınca kendisini dünyanın en mutsuz insanı ilan ediyor. Ve “bundan böyle hayatında hiçbir erkeğe yer vermemeye” karar veriyor (19). Hemen akabinde de ekliyor: “Kimseyi beğenmeyeceğim. Bol bol kitap okuyup yazılarımı yazıp kendimi geliştireceğim.” (19).

Tam dünyanın en büyük sorunlarına sahip olduğunu düşünürken üstüne bir de anne ve babasının boşanma kararı aldığını öğrenince bu sefer tam anlamıyla dünyası başına yıkılıyor. İçinde bulunduğu kederli hali anlatmak için defterine şu satırları yazıyor: “Yüreğim taş gibi ağır. Meğer şimdiye kadar ne sudan şeylere üzülüyormuşum. Yok dersler, yok sivilcelerim, yok kilolarım, yok gözlük takıyor olmam…” (22). Öff öf, dünyam yıkıldı derler ya, aynen öyle (…). Daha düne kadar ne kadar mutlu bir insanmışım, oysa bugün çok ama çok mutsuzum” (23). O günlerde kardeşine zor günlerinde destek olmak için İzmir’den gelen Defne teyzesi, Serra’yı bu yazı birlikte geçirmeleri için Çeşme’deki yazlıklarına davet ediyor. Serra Çeşme’de geçirdiği üç aylık zaman dilimi boyunca, akranı olan teyzesinin süslü ve güzel kızı Sırma’yla ve onun arkadaş çevresiyle birlikte her anlamda verimli bir yaz geçiriyor. Sırma, “Moralinin düzelmesi için ya alışveriş yapacaksın ya da sana zevk veren, güzel bir şeyle uğraşacaksın.” (35) diyor Serra’ya. Böylece Serra’nın üzüntüsünden uzaklaşıp kafasını dağıtması için onun bir anını boş geçirmesine izin vermiyor. Evvela onu arkadaş grubuyla tanıştırıyor. Sırma’nın arkadaş grubuyla birlikte gündüzleri denize girip motorla geziyor, akşamları pizzacıya, dondurma yemeye, tiyatrolara, sinemalara gidiyor; partilere katılıyor. Üstelik Cüneyt ile günden güne artan bir yakınlaşma süreci yaşıyor. Serra tüm bu Amerikan filmi havası içinde geçen yaz tatili boyunca çok eğlense de babasının kendisine karşı ilgisizliğine içten içe kırılmaya devam ediyor. Anne ve babasına dair içinde beslediği ümidi de yıkılıp boşanmanın kesinleşmesiyle birlikte yeniden Ankara’daki o depresif günlerine dönüyor. Defterine sıkıntısını: “Kafamın içi karmakarışık. Düşünemiyorum. En iyisi yatıp uyumaya çalışmak. Kimseyi görmek istemiyorum. Cüneyt’i bile. Şimdi soyunup yatağıma gireceğim, kafamı yastığımın altına sokacağım ve bir güzel ağlayacağım.” (129-130) cümleleriyle aktarıyor. Daha sonra üzüntüden hastalanıp bir hafta yataklara düşüyor. Bu süre zarfında en büyük destekçisi Sırma ve onu sık sık arayan arkadaş grubu oluyor. Serra ile o sıralar yeni yeni bir ilişkiye başlamakta olan Cüneyt’in desteği ise Serra’ya bambaşka bir motivasyon katıyor. Bir diğer yandan annesi de Serra’nın moralini düzeltmek için elinden geleni yapma gayretiyle Serra’nın uzun süredir hayali olan lens takmasına müsaade ediyor. Birlikte gidip lens alıyorlar. Böylece başından beri sorun ettiği meselelerden biri olan dış görünüşünde yaptığı değişikliklerle bir nebze olsun üzüntüsünden uzaklaşıyor. Daha sonra Sırma’nın ısrarı ile saç şeklini de değiştirmiş olarak okuluna, evine büyük bir heyecanla dönüyor. 

Kuzeni Sırma’dan güzellik ve bakıma dair pek çok bilgi ediniyor. Yine Sırma’nın rehberliğinde yaz boyu kendinde birtakım fiziksel değişiklikler gerçekleştiriyor. Bu arada bol bol denize giren Serra bronzlaşıyor ve bir miktar da olsa zayıflıyor. Böylece genç kızımız Serra, hem fiziksel hem de duygusal anlamda pek çok önemli değişim geçirerek Çeşme’ye gelmeden önceki hayatına göre pek çok ilerleme kaydediyor. Bu değişikliklerin çevresi tarafından nasıl karşılanacağının heyecanıyla birlikte, bir yaş daha büyümüş olarak evine, yurduna, Ankara’sına dönüyor. Serra yazı bitirip Ankara’daki okuluna döndüğü zaman Cüneyt’ten aldığı cesaretle edebiyat kulübüne giriyor. Tümay’ın yüzme yarışında birincilik kazanması temalı öyküsünü Cosby Baba’ya ithaf etmek isteyip de rehberlik öğretmeninden izin alamayınca hayatındaki ilk önemli mücadelesini verip yazısını istediği kişiye ithaf etmeyi başarıyor. Neticede mücadelesini Çeşme’de kazandığı özgüvenden ve tabii ki rüyasına giren Cosby Baba’sından aldığı cesaretle kazanmış oluyor. Kitabın sonuna doğru yazısının okul panosuna asılmasını anlatan bu mücadele, sayfalarca sürüyor. Bu mücadele Serra’nın fiziksel ve ailevi sorunlarını aşmasının ardından kendisine gelen özgüveninin olumlu bir sonucu oluyor. Böylece Serra’nın her bir sıkıntısının, acı çekişinin sonu bir hayat dersine dönüşüyor.

 

Ongun’dan Hayat Dersleri

Kitapta okuru rahatsız edici derecede didaktik ögeler mevcut. Serra’ya anlatıcı tarafından pek çok örnek davranış kalıbı yüklenmiş. Bunlardan bilhassa birinci kitapta en bariz olanı Serra’nın “kitap kurdu” lakabı almasına sebep olan okuma aşkı. Günlüğüne son satırlarını yazarken çoğu zaman, haydi ben şimdi kitabıma döneyim diyerek okuduğu kitaptan bazen sadece ismen bahsediyor, bazen de şu konu hakkında olan şu isimli kitabımı okuyorum gibi cümleler kuruyor. En çok da hayatında yolunda gitmeyen bir gelişme olduğunda kendisini okumaya veriyor yahut da kitaplarının tozunu alarak rahatlayabiliyor. Tıpkı Atasay’ın partisinde yaşadığı kırgınlık sonrası kendini okumaya yazmaya adama sözü vermesi gibi.

Serra’nın diğer bir örnek davranışı ise günlük olaylarda küçük yanlışlar yapsa bile hayatını etkileyecek büyük konularda asla hataya düşmemesi. Mesela Sırma’nın hoşlandığı çocuk olan Bora’nın Serra’ya göre yakışıklılığı ve havasından başka pek bir elle tutulur yanı yok. “Üstelik bütün kızlar ona hayran. Neyse ki benim tipim değil! Hoş ama boş bir çocuğa benziyor” (30). Bora’nın geceleri araba yarışı yapması Serra açısından çok tehlikeliyken, daha aklı havada bir genç kız tipinin timsali olan Sırma, bir gece Bora’nın davetine uyarak gizlice evden çıkıp araba yarışına katılmak istiyor. Serra’ya düşen de yalanına ortak olarak annesine karşı Sırma’yı idare etmek. Bu olay kitap boyunca Serra’nın üstesinden gelmekte en çok zorlandığı, en çok sıkıntıya düştüğü durumlardan biri. Günlerce Sırma’nın teklifini düşünüyor, çeşitli duygu değişimleri yaşıyor. Doğru olanı yapmak ve Sırma’nın gönlünü kırmamak arasında bocalayıp duruyor. En sonunda rüyasına giren Cosby Baba’sının[1] da desteğiyle Sırma’nın teklifini reddediyor. “Her şeyin bir bedeli vardır. Huzurlu uyumak ve yüzünün sivilcelerden arınmasını istiyorsan, sen de doğru bildiğini yapacaksın. Bunun bedeli onun küsmesi olsa bile…” (101) diyor Cosby Baba. Çünkü bu yarış Sırma’nın hayatını tehlikeye sokacak boyutta bir yarış. Serra’nın en büyük örnekliğini belki de bu hadisede görmüş oluyoruz. “Arkadaşının gönlünü kırmak pahasına da olsa doğru olanı yapmak gerektiğinin” mesajı veriliyor. Nitekim Sırma bu hadiseden sonra Serra’yla küsüyor ve günlerce konuşmuyor fakat Serra’nın doğru olanı yaptığı için gönlü ferah. Zira Bora ve arkadaşları ciddi bir kaza geçirip ölümün eşiğinden dönüyorlar.

 

Aşk Anlayışı

Ongun’un aşk anlayışı da bu “doğruluk” teması etrafında şekilleniyor. Sırma’nın arkadaş çevresinden Cüneyt, Serra’yla tanıştıkları günden beri özel olarak ilgileniyor. Cüneyt gerek ilgi alanları gerekse hali tavrı ile tam anlamıyla örnek bir delikanlı ve Serra ile ortak pek çok ilgi alanına sahip. Yüzmesini geliştirmesi için onu teşvik ediyor, profesyonel bir yüzücü olan Tümay’ın dersleri ve Cüneyt’in duygusal desteği ile birlikte Serra yüzmesini epeyce ilerletiyor. Cüneyt onu ayrıca okuluna dönünce edebiyat kulübüne girmesi ve kalemini geliştirmesi noktasında da teşvik ediyor ve Serra ondan aldığı cesaretle dönüşte okulun edebiyat kulübüne giriyor.

Bora kadar yakışıklı olmayan ve onun kadar havalı olmadığı için çok popüler olmayan Cüneyt, doğru bir erkek olup olmaması bakımından Bora ile bariz bir şekilde mukayese ediliyor. Serra güncesinde bir yandan Bora’yı olumsuz anlamda eleştirirken, diğer yandan pek çok anlamda Cüneyt’i yüceltiyor. Serra’yla ilk tanıştıkları zamanlarda kitap okumayı sevdiğini anlayınca buradan ortak bir muhabbet tutturuyorlar. Serra onun hakkında günlüğüne: “Boş kafalı bir çocuk değil, onunla konuşmak zevkli.” (42) yazıyor. Zaman içerisinde birbirlerini tanıyan ve kafaları uyuştuğu için birbirlerini beğenmeye başlayan Cüneyt ve Serra’nın birlikteliği örnek bir birliktelik olarak sunuluyor. “Cüneyt gülümseyerek, ‘Zaman seninle ne çabuk geçiyor Serra,’ dedi. Bana ilk kez böyle bir şey söyleniyor. Hem de Cüneyt gibi ‘kafalı’ biri tarafından. Lay-lay-lom!” [2] (115). Cüneyt’in kendisini beğendiğini açıkça ifade etmesine bir yandan çok mutlu olurken öbür yandan da bir türlü kendinden emin olamıyor. Karışık duygular içerisine giriyor. Bu hâl üzere uyuyunca rüyasında Cosby Baba’sını görüyor ve duygularından dolayı ondan utanıyor. Bunun üzerine Cosby Baba: “Serra’cığım, ne var bunda utanacak? Sevgi, dünyanın en güzel duygusudur. Sevmeyen insanlar yaşam boyu katı ve hoşgörüsüz olurlar. Birini, bir şeyleri sevebiliyorsan, utanacağına kendinle gurur duymalısın… Onun için eğer Cüneyt’i seviyorsan, bundan utanmamalısın.” (119) diyerek Serra’nın Cüneyt’e karşı hissettiklerini onaylamış oluyor. Cosby Baba’yı Ongun’un gençlere hitap eden sesi olarak okuduğumuz zaman Cüneyt karakteri gibi çok okuyan, sadece dış güzelliğe önem vermeyen ve de partnerini iyiye, doğruya teşvik eden bir erkek, genç kızlar için eşi bulunmaz bir aday. Konuşmanın devamında Serra erkekler tarafından beğenilebilecek bir kız olduğuna inanamadığı için: “Ben beğenilecek bir kız mıyım?” (119) diye soruyor. Cosby Baba cevaben Serra’nın kendisini modası geçmiş kriterlerle değerlendirdiğini, erkeklerin esas olarak “Kişilikleri güzel olan, kafası çalışan, sevecen, insanın oturup konuşabileceği kızlar”dan (120) hoşlandığını söylüyor. Böylece Ongun’un kadın erkek ilişkisini hangi temellere dayandırdığını görmüş oluyor okur.

Cosby Baba birinci kitap boyunca Serra’nın en zor anlarında elinden tutan, yol gösteren kişi. Ne zaman büyük bir derdi olsa, başı sıkışsa, bir kararsızlığa düşse o gece rüyasına giren Cosby Baba onu doğru olana yönlendirir. Serra’nın yalnızca düşlerinde gördüğü bu “mistik adam” âdeta gençlere hayat rehberliği etmeye çalışan Ongun’un sesi gibidir. Yazar açıktan söyleyemediği hayat derslerini, romana bu şekilde yerleştirme yöntemini uygulamıştır. Ancak kamu spotu tadındaki bu didaktik kısımlar okuyucuyu irrite edecek derecede ders içeriklidir.[3]

Son olarak, Ongun’un kitaplarında son derece sade ve hatta basit bir dil kullanılmış. Bununla alakalı olarak, Ongun bir konuşmasında, ergenliğe yeni girmiş gençlere kitap okumayı sevdirmeyi amaçladığını; bu yüzden de son derece basit ve sade bir dil kullandığını, böylelikle okur kitlesini sıkmamak için çaba gösterdiğini anlatıyor (Youtube). Bu durum gerçekten de Ongun’un romanlarını gençler tarafından okunur kılmış olabilir. Romanlarda, olaylar su gibi akıp gidiyor ve olayın anlaşılmasına güçlük katabilecek herhangi bir unsur bulunmuyor. Ancak dilin sadeleştirmek adına fazlaca basitleştirildiği de bir gerçek. Anlatımın büyük çoğunluğu tiyatrovâri bir biçimde kişiler arasında geçen diyaloglardan oluşuyor. Bir kişinin günlüğüne yazmak için aklında tutması imkânsıza yakın bir biçimde fazla diyalog olması, günlük okuyan okuyucuyu ikna etmiyor.

 

Sonuç

İpek Ongun Bir Genç Kızın Gizli Defteri serisinin birinci kitabında Serra özelinden gençliğin ilk yıllarında yaşayabilecekleri bazı sorunlara ve bunların çözüm önerilerine değinmiştir. Serra’nın hayatının en zor anlarını yaşadığını düşündüğü bir sırada girdiği farklı bir muhit olan Çeşme’nin ve arkadaş ortamının ona ne kadar iyi geldiğini görürüz. Serra fiziksel sorunlarına Sırma’nın desteğiyle pratik çözümler bulurken, anne babasının boşanmasını tüm karşı çıkışlarına rağmen engelleyemiyor. Bu da gençlere, hayatta bazı durumların değiştirilemeyecek olduğunu ve bunları kabullenmek gerektiğini anlatıyor. Babasının kendisine karşı yaptığı birçok sorumsuzluğa ve hataya da anne ve babasının ayrılma süreçlerinde şahit olan Serra’nın ona olan öfkesi ve kırgınlığı kitabın sonuna doğru bir kabulleniş ve affedişe dönüşür. Ongun gençlere, büyüklerin de ciddi hatalar yapabileceklerini bu hataların onların bir parçası olduğunu ve onların doğru ve yanlışlarıyla bizim için vazgeçilmez olduklarını anlatıyor. Nitekim Serra’nın zor zamanlarında kendisine sıkıntısını unutturan en önemli faktör kendisine destek olan bir arkadaş grubunun ve ailesinin olmasıdır. Ongun gençlere sevinçlerini ve sıkıntılarını her daim paylaşabilecekleri bir arkadaş çevreniz ve aileniz olmalı, demektedir böylelikle. Doğru ve yanlış erkek arkadaş tipinin iki farklı temsilcisi olarak Cüneyt ve Bora karşılaştırmasında; Cüneyt dürüst ve akıllı karakteri, kültürü, iyiye ve doğruya yönlendirmesiyle açık arayla öndedir. Genç kızlara, Bora gibi “hoş ama boş” yaramaz çocukları bırakın, Cüneyt gibi kendinizi anlayan, sizi olduğu gibi kabul eden “kafalı” çocukları tercih edin denmektedir. Bu açıdan bakınca Ongun’un kitapları, çocukluktan yetişkinliğe bir geçiş süreci olan ergenlik döneminde, ergenlerin bazı sorunlarına kendince cevap anahtarı sunmaktadır. Ongun kendisiyle dört sene önce yapmış olduğum mini röportajda, genç kızlardan okuma alışkanlığı kazanmalarını sağladığı ve gençlik yıllarını “yara almadan atlatabildiklerine” dair olumlu dönüşler ve teşekkür mektupları aldığını söylemişti. Her ne kadar Ongun’un bu çözüm önerilerini rahatsız edici bir didaktiklikle yaptığı bir gerçek olsa da.

Roman olmaktan çok uzak bir diyaloglar silsilesinden oluşan kitaptaki sorunlar da çözüm önerileri de Türkiye’deki gençliğin çok az bir kesimine hitap etmektedir. Ongun’un Serra’sının özelinde kurgulamış olduğu dünya üst-orta sınıfın yaşam tarzını temsil eder. Çeşme’de yazlığı olan bir teyze, gündüzleri motorla deniz gezileri yapabileceği, sık sık partiler düzenleyen bir arkadaş çevresi, akşamları pizzacıya, dondurmacıya gidebileceği bir kuzen, birlikte tiyatroya, sinemaya, hatta Hilton Otel’e doğum günü kutlamaya gidebileceği, her problemini rahatlıkla konuşabileceği bir anne, eve haftalık gelen bir gündelikçiye sahip olmak… Peki, en basitinden Çeşme’de yazlığı olan teyzesi olmayan ve anne ve babası boşanan yoksul gençler kendilerini nereye atmalılardır? Ya da ailesi olmayanlar ya da ailesi tarafından sahip çıkılmayanlar, çalışmak mecburiyetinde kalanlar, şiddete uğrayanlar, tacize, tecavüze uğrayanlar, savaş, deprem veya terör mağdurları? Listenin bu şekilde uzayıp gideceği ortadayken, hoşlandığı çocuk tarafından davet edildiği partide yüzüne bakılmaması ya da annesi ve babasının anlaşmazlıkları neticesinde boşanmasıyla dünyası yıkılan Serra’nın elit bir kuzen, arkadaş çevresi ve aile fertleri tarafından moral depolayarak özgüvenin yerine gelmesi gibi bir mutlu sonla biten “gençlik romanı”nın tozpembe bir dünyayı yansıttığı acımasız bir gerçek olarak ortada durmaktadır.

 

Kaynakça

İpek Ongun. 23 Aralık 2007. http://www.youtube.com/watch?v=FSaBtdU0WMg. Uludağ Üniversitesi Eğitim

Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü.

Ongun, İpek. Bir Genç Kızın Gizli Defteri. 101. baskı. İstanbul: Artemis Yayınevi, 2017.


[1] 1980’li yıllarda Amerika’da The Cosby Show adıyla yayınlanan bir aile komedi dizisinin baba figürü.

[2] Serra sevinçlerini “lay-lay-lom, yaşasın, yuppi, oley” gibi kelimelerle ifade ediyor.

[3] 2013 yılında Şehir Üniversitesi’nde hazırladığım bir ödevde İpek Ongun ile gerçekleştirdiğim bir röportajda kendisine “niçin özellikle genç kızlara yönelik” yazdığını sorduğumda kendisinin cevabı şu şekilde olmuştu: “Genç kızları şu fikre dayanarak çok önemsiyorum: Bir erkeği eğit, bir insan kazanırsın, bir kadını eğit, bir aile kazanırsın. Kadınların eğitimli ve etkin olduğu ülkeler ilerlemiş ülkelerdir, kadının geriye itildiği ülkelerse, geri kalmış ülkeler.”  Buradan yola çıkarak esasında yazarın romanlarını salt okunsun ya da okuyucu eğlensin diye yazmamış olduğunu görüyoruz. Nitekim kendisine eserleri kaleme alırken herhangi bir ideolojiye bağlı kalıp kalmadığı yahut okuyucuya bir şeyler öğretme gayesi taşıyıp taşımadığını sorduğum zaman: “Belli bir ideoloji demeyeyim de, sorgulayarak düşünebilen, demokrat kafalı, laik bir yaklaşımla herkese hayat hakkı tanıyan, kendi ayakları üstünde durabilen, özgüveni olan, değerleri olan, kendine ve diğer kişilere saygılı ve yüreğinde sevgi taşıyan bir insan olmanın getirdiği yaşam kalitesi ve doyumdan söz etmeye çalıştım kitaplarımda.” diyerek kitaplarındaki öğretici kısımların fikrî temellerini açıklamış oldu.