Röportaj

Kuşluk Dergisi Özelinde Abdurrahman Ekin İle Söyleşi

Kuşluk adının sadece gün doğumunu ve sabahın bereketli anını simgelemediğini söylemem gerek. O zamansal metaforunun yanında, bir mekânsal anlam da taşıyor.

Kuşluk Dergi yayın hayatına çok hızlı başladı. Hâl böyle olunca bizim radarımıza girmesi kaçınılmaz oldu. Sorduk soruşturduk. Derginin en büyük emekçisi olan Abdurrahman Ekin’in kapısını çaldık.

Merhaba Abdurrahman Bey Kuşluk Dergi sorumlu yazı işleri müdürü olarak söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Görsel, işitsel hatta dokunsal ya da hepsi birden, çocuğa hitap eden her alanın “Çocuk Yazını” bünyesine dâhil olduğunu görüyoruz. Böyle bir bütünlükte çocuklar için içerik üretmek gün geçtikçe zorlaşıyor, titiz bir yaklaşım gerektiriyor. Öncelikle eskilerin deyimiyle sebeb-i telifinizi sormak istiyorum, Kuşluk Dergisi nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? Dergiye isim olan “Kuşluk” neyi simgeliyor? Sizi bu dergiyi çıkartmaya iten sebep ve beklentilerinizden bahseder misiniz bize biraz?

Dergi serüvenimiz, Tulu’nun Genel Yayın Yönetmeni Enes Celep’in aktif olarak yayıncılık sektörüne adım atmasıyla başladı. Tulu’nun çocuklar için kitaplar basmasının ardından bir çocuk edebiyatı dergisi çıkartma fikri ortaya atıldı. Tulu’nun bir dergi çıkarma arzusu aslında daha eskilere dayanıyordu. Yayınevini finanse eden vakfın bir zamanlar Mavikuş adlı çocuk edebiyatı dergisini de desteklediğini öğrendik bir vesileyle. Bu derginin yeniden yayın hayatına kazandırılması fikri eski bir arzuymuş anlaşılan. Bazı teşebbüsler olmuş ama istenilen elde edilememiş. Bana bu fikirle gelindiğinde Mavikuş’u tekrar canlandırmanın akıllıca olmadığını belirttim. Romantik bir tavırla karşılaşılabilir veya Mavikuş’un ufkunu aşamayabilirdik. Ancak geleneğe eklemlenmek gerekiyordu. Bu yüzden Kuşluk; Mavikuş ve BeyazBulut gibi dergilerin gelenekteki yükünü yüklenmeyi hedefledi. Hâlihazırda çocuk edebiyatına dair süreli yayın çıkartmak çokça arzulanan bir şeydi. Bizim dışımızda herkesin böyle bir beklenti içinde olduğunu daha dergi fikri ortaya ilk kez atıldığında gördük. Çok düşündük, çok istişare edildi, çokça destek gördük. Kuşluk böyle doğdu: Doğal ve çocuk edebiyatı için süreli yayın çıkartmanın güçlü bir arzusu olarak…

Onların küllerinden yeniden doğmuş gibi… Peki Kuşluk adı?

Kuşluk ismi Sezai Karakoç’un dizelerinden mülhem bir kelimeydi. Fonetik olarak güzel ve derin anlamlı bir kelime. Yayın kurulu ile isim ararken ortak noktada buluştuğumuz bir kelimeydi de diyebilirim. Kuşluk adının sadece gün doğumunu ve sabahın bereketli anını simgelemediğini söylemem gerek. O zamansal metaforunun yanında, bir mekânsal anlam da taşıyor. Kuşluk, kuş konulan yer gibi. Derginin kapağındaki kuş evleriyle bahsettiğim mekâna gönderme yapıyoruz, diyebiliriz.

Siz alt metne ve katmanlara önem veriyorsunuz. Ben o kadar ayrıntılı düşünmemiştim. Kuşluk ile sadece zaman metaforunu düşündüm. Kapaktaki kuşları da hoş bir söz benzerliği olarak düşündüm.

Pek çok kişi gibi. Mesela ikinci kapağımız denizle ilgili. Üçüncü kapakta da çayırlara ve bozkıra odaklanılacak muhtemelen... Yani mekânı ve zamanı bütün olarak gören bir yapı kurmayı hedefliyoruz. Kuşluk, bana göre edebiyat geleneğinin süreğini sağlayan bir dergi hayalinin hayata geçirilmesidir. Çünkü “Çocuk edebiyatı yoktur, çocuk edebiyatında iyi bir eser yoktur,” gibi söylemleri yıllardır duymaktaydık. Artık çoğumuz bu tartışmanın gereksiz olduğunu biliyor.

Bu konuyu açmak için modern edebiyat tarihini bilmek gerektiğini düşünüyorum. Batı’da ilk modern hareketlerle bizde ise Tanzimat’tan itibaren edebiyatta büyük değişimler görüldü. Temelde modernist eylemler insanların sınıflandırılmasını hedefliyor, bu şekilde insanın en iyi şekilde anlamlandırılabileceğini iddia ediyordu. Bu düşüncelerle edebiyat nazım ve nesir bağlamında pek çok yeni türle karşılaştı. Özellikle bizim edebiyatımızda roman, makale gibi türler Tanzimat’la öğrenildi. Yıllarca edebî türlerde önemli eserler verildi. Çocuk edebiyatı ürünlerinde ise bu önem ancak yeni yeni daha da anlamlı oluyor. Yıllarca edebî türlerin gelişimi için harcadığımız çabayı, çocuklar için üretilecek ürünlerdeki yüksek değeri keşfetmek için göstermedik. Belki edebî türlerdeki gelişimin insan doğasını anlamak için gösterdiği en büyük çaba yeni yeni kavranabiliyordur. Edebiyatın ve dolayısıyla insanın bir bütün olduğu fikri, bu alanda ürün veren kişilerce galiba çok sonradan anlaşılabildi.  

Bahsettiğiniz dönemden önce birleşik miydi bu alanlar?

Bir yazar her zaman “Ben birileri için yazıyorum,” der, demiştir. Birilerine seslenmek için yazmayan var mı aramızda? En iyi ihtimalle kendisi için yazıyordur bir yazar. Filozof da romancı da şair de birileri için bir şeyler söyler. Bu yeni bir tartışma değildi. Ama son yüzyıldaki kadar hiçbir söylem bu kadar sloganlaşmamıştı, diyebilirim. Sorunuza karşılık şunu söyleyebilirim: Eskilerin dünyasında her şey bir bütünlük arz ediyordu. Bu edebî türler için de geçerliydi. Yapı olarak şimdiki kadar çeşitli bir söylem şekli yoktu belki ama cedelî, edebî ve fikri anlamda insan merkezdeydi. Eğer edebiyat tarihi hakkında bilginiz yoksa kadınlara, erkeklere, yetişkinlere yani sınıflara indirgeyerek daha eşsiz bir şey çıkarttığınızı iddia edebilirsiniz. Fakat bu sonuç niteliğin yoksun ve daha az göründüğü, pedogojik-sosyolojik varyantların daha çok dile getirildiği bir durum çıkartır ortaya. Bu anlamda ben Kuşluk’u şöyle yorumluyorum: Edebiyat bir bütündür. İnsan, kâmildir. Biz bu edebiyatın bütünlüğü içinde çocuklara seslenme kaygısıyla ürünler vermeye çalışıyoruz. Özetle Kuşluk’u böyle tanımlamak benim için yeterli.

Gayet ayrıntılı bir açıklama oldu, teşekkürler. Dergide yazı kabulü süreciyle ilgili bilgilendirmelerinizi incelediğimde bir yayın kurulundan bahsettiğinizi görüyorum. İşin mutfağını sorarsak, bir çocuk dergisinin yayın kurulu nasıl oluşturulur? Siz mi onları buldunuz, onlar mı sizi buldu?

Yayın kurulu bağlantılarla ortaya çıktı diyebilirim. Enes Celep’in benimle olan yakınlığı ilk adımdı. Sonraki süreçte çocuk edebiyatı alanında uzmanlaşmış kişilerle iletişimimizden yola çıkarak bir yayın kurulu oluşturduk. Edebiyat dergisi fikri bana teklif edildiğinde istişare için Fatih Turanalp ağabeyin kapısını çaldım. Bu yayın kurulunun oluşum süreci onun yönlendirmesi ile gerçekleşti. Yayın kurulu için ismi vermesini bekledim, kimlerle bu süreci yönetebileceğimi ondan öğrenmek istedim. Hakkını ödeyemem… Belki gelenek mevzusunu burada da açmak lazım. Biliyorsunuz kendisi BeyazBulut dergisinin mutfağındaydı…

Ahmet Melih Karauğuz, Kevser Şenel Yılmaz ve Ayşegül Sözen Dağ önceden alandan bildiğim isimlerdi. Daha genç üyelerimiz Hatice Kübra Kısa ve Esma Şafak’la da Yayın Dedektifi vesilesi ile tanıştık. Konuştuk ettik, derdimizi anlattık. Sonuç olarak uzun uğraşlar sonucunda bir yayın kurulu oluşturduk.

Burada şöyle bir soru geliyor aklıma: Yayın kurulu az evvel çocuk edebiyatı hakkında söyledikleriniz konusunda sizinle aynı birikime sahip mi?

Elbette. Edebiyat geleneğini bilmeyen birileriyle yola çıkılmaz. Yani, bir denetleme olması şart. Nasıl ki yetişkinlere yönelik ürün veren dergilerde bu denetleme sorgulanmıyorsa aynı kalite çocuk edebiyatı dergisi için de düşünülmeli. Bu denetim mekanizmasının başındakiler de kadim edebiyat geleneğini öyle ya da böyle biliyor olmalılar, diye düşünüyorum.

Literatür bilmek yaratıcılığı sınırlar mı peki?

Sanmıyorum. Size ufuk açar bu. Bunu kendi yazdıklarınızda görürsünüz. Ne kadar iyi bir okuyucuysanız yazdığınız eserin sizden öncekilerden beslenerek daha farklı bir boyuta ulaşabilmesini sağlayabilirsiniz. Bu konuda en bilindik örnek, Rus yazarların “Gogol’un Paltosu” göndermesidir. Edebiyat, en eşsiz şeye odaklanır. Kimsenin görmediklerini açığa çıkarır. Özüne vakıf olmadığınız, yanından gelip geçtiğiniz, umursamadığınız şeyleri görünür kılan edebiyattır. Yunus’un “Sordum Sarı Çiçeğe” mısralarını düşünün. Yeryüzündekiler, kendi rahatı için kaç tane sarıçiçek katletti, bilmiyoruz. Edebiyat size bu hakikati anlatır. Dergi emek ürünüydü. Sadece kendimin sırtlandığı bir emek olduğunu söyleyemem bunun. Herkes çok gayret etti. Herkes çok heyecanlıydı. Herkes kendi payına düşen neyse onu yaptı dergide. Az önce söylediğim gibi bu zamana kadar çocuk edebiyatını belli bir seviyeye getirmiş kişilerin mirası üzerine adım atmaya çalıştık. Literatür bilgisi de bu yaratıcılığa katkı sağlıyor.

Yayın kurulunun açık olması hem avantaj hem dezavantaj oluyordur. Hazır yayın kurulundan yani ekipten bahsetmişken, herkesin Kuşluk’tan önce de çocuk edebiyatı alanında yazar, çizer ve okur olarak bir ilişki hâlinde olduğunu görüyorum. Sizin de bu alana dair bir yöneliminiz var. Dergiler, kitapların gölgesinde kalsa da ben genel olarak her türün birbirini beslediğini düşünüyorum. Sizce Kuşluk’ta bu dengeler nasıl gözetilir?

Çocukken okuduğum ilk kitaplar Ahmet Efe vesilesiyledir. Dergilere olan ilgim de kitaplardan sonradır. Özellikle üniversite döneminde çok ciddi şekilde dergilerle haşır neşirdim. Kütüphanelere gider, her türlü dergiyi karıştırır, dergide yazanların kim olduğuna bakar, varsa kitaplarına ulaşmaya çalışırdım. Aynı şekilde BeyazBulut da benim o dönemlerime rastlıyor. Sonra dergilere şiir gönderdim. Bir iki şiir dışında yayınlanan şiirim olmadı. Temrin, Yolcu ürün gönderdiğim dergilerdendi. Daha sonra öyküye yöneldim. Bir türün diğer bir edebi türden daha iyi veya kötü olduğunu söyleyemeyiz. Bilginiz ya da yatkınlığınız herhangi bir edebî türde uzmanlaşmanızı sağlayabilir. Benim öyküdeki ya da romandaki tecrübem okuyucu olarak daha fazlaydı. Çizgi romanı da dergide denedim, zormuş. Dergilerin özel bir okuyucu kitlesi vardır. Süreli yayınlar, kültürel hafızayı şekillendirir ve bir yazarın yetişmesindeki en önemli etkendir. Şu an için Kuşluk’un nasıl bir denge gözettiğini söylemek güç. Çünkü her dergi gibi Kuşluk da kendi kimliğini zamanla oturtacak. Şu an için en önemli kaygımız: nitelikli eser. Umarım, başarırız…

“İyi İnsanlar Haritası?” çizgi romanını yazarken zorlandınız yani?

Evet.

Tecrübe, yazarın verdiği ürünü bir yere dayandırması açısından çok önemli değil mi?

Evet, türler kalıptır. Siz bir insanı anlama ve anlatmak için türleri sadece kalıp olarak kullanırsınız. Şiir, roman, hikâye insanı anlama çabasının ürünleridir. Edebiyat kuramlarını bilmiyorsanız, örneğin deneme gibi türlerin serüvenini ve bu türde yazılmış nitelikli eserleri okumamışsanız sıfırdan başladığınızı iddia edersiniz. Tecrübe, türdeki en önemli eserleri okumak kadar türlerin gelişimini de bilmektir. Örneğin, Kuşluk’taki sizin yazınıza bakalım?

Yedi Hakkında, manzum hikâyesi mi?

“Yedi Hakkında” yazınız manzum hikâye örneğidir, denebilir. Anlatımcı şiirlerden... Anlatımcı şiirde olay ve olay örgüsü görülür. Lirik anlatım ise daha semboliktir. Mistik, metafizik boyutları vardır. İki kulvarı bilmeyenlerin ürün vermesinin sağlıksız olduğunu düşünüyorum. Bu birikimi Kuşluk’a yansıtma niyetindeyiz. Türler bu açıdan da önemli. Edebiyatı, edebî türler taşıyor çünkü.

Türlerden söz açılmışken çocuk kitaplarında olduğu gibi “çocuk” için yazılmış olduğu söylense de derginin de her yaştan okura hitap ettiğini söyleyebilir miyiz? Yetişkinler Kuşluk’u nasıl okur?

Şöyle diyebilirim: Edebiyatın temel ilkelerini kendimize referans alıp çocuklara hitap etmeyi amaçlayan bir dergi kurduk. Bizden önceki edebiyatçıların yaptığı şeylerden bağımsız bir şey yapmıyoruz. Yazı, kadim çağlardan bugüne var. Her yazar da o gün bugündür bir sınıfa seslenmeyi arzuladı. Biz Kuşluk’la temelde çocuklara ulaşmayı hedefledik ama bunu slogana dönüştürmedik. Dolayısıyla dergiyi okurken edebî niteliğe odaklanıyor, yetişkinlerin de dergideki yazıları keyifle okuyabileceğine inanıyoruz. Ama öncelik çocuklar…

Ben dergiyi yetişkin arkadaşlarıma verdim, keyif alarak okuduklarını söylediler. Şunu düşündüm, biz eskiden yetişkinlerin dergilerini okumaya çalışırdık. Pek bir şey anlamazdık. Burada tam tersi var yetişkinler biraz çocuk dergisini okumaya çalışıyor gibi ama şöyle bir fark var, yetişkinler de zevk alıyor çocuklar da zevk alıyor. Çizgi roman olması bile çok güzel, ilgilisine.

Okuyucunun keyif almasındaki faktörü iki kavram üzerinden açıklayabilirim. Bunlar aynı zamanda derginin de mottosu: ironi ve duygusal yoğunluk. Bu ikisinin dengesini kurduğunuz her türlü metin kendine okuyucu bulur. Yani klasik metinlerde de böyledir. Dostoyevski’yi, Oğuz Atay’ı, Mustafa Kutlu’yu okuduğunuz zaman burada bu iki gücü görürsünüz. Bunu da çocuklar seçebiliyor kanaatindeyim. Aksini söylemek zor geliyor bana. Derginin temel mottosu bu. Kuşluk’a gönderilen yazılarda aradığımız…

Zaman zaman artıp azalsa da piyasada pek çok çocuk dergisi görüyoruz. Bu dergileri nitelikli çocuk edebiyatı kapsamında nasıl değerlendirebiliriz? Edebi değer açısından sizce Kuşluk’u diğerlerinden ayıran nedir?

İyi-kötü değerlendirmelerinde bulunmayacağım. Haddim değil! Çünkü bir dergide iyi ya da kötü şeyleri bir arada görme olasılığınız vardır. Dergi ve dergicilik böyle bir şey… Ben her derginin, her yayıncının çizdiği yolda ilerleyebildiği kadar ilerlemesini isteyen biriyim. Her yayıncı, literatüre katkıda bulunuyor. Gün gelip yayın hayatlarına son verdiklerinde, geriye bakıp nerede, ne yaptıklarını beraberce görüyoruz. Kuşluk’un da edebiyat geleneğine yaslanan bir dergi olmasını umuyorum. Yıllar sonra ne bıraktığını, iddiasını gerçekleştirip gerçekleştirmediğini biz ya da başkaları değerlendirme imkânı bulacaktır.

Çizimlerin çok kaliteli olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Her biri bir kitapta yer alacak kadar estetik.

Dergideki yazılar için çizerlere ulaştığımda inanılmaz olumlu tepkiler aldım. Çocuk edebiyatı söylemi çizerleri de etkiledi. Mesela Sevgi İçigen. “Gökhan Özcan ağabeyin hikâyesini resimler misiniz?” diye sorduğumda heyecanla kabul etti. Diğer sanatçılar da Kuşluk en güzel şekliyle çıksın, diye gece gündüz çalıştı. Kapak görseli için günlerce uğraştık. Zeynep Macit Hanım’ı biraz yorduk ama ortaya beraberce çok iyi bir iş çıkarttık. Diyeceğim o ki, bu etki yönetimiyle, yazarıyla, çizeriyle, grafikeriyle elde edildi. Mesela grafikerimiz Arife Hanım, çocuk yayıncılığında tecrübesi olmasa da böyle bir şeye hizmet etmek onu da çok memnun etti, çok çabaladı. Bu bağlamda dergi bir ekip işiydi. Kuşluk, sadeliğe de önem veriyor. Ben derginin sade bir havası olsun istemiştim, beklediğim belli oranda gerçekleşti herhalde. Yazı ve çizim dengesine odaklanıyorum.

Yayıncılık bağlamında derginiz için örnek aldığınız bir metot veya oluşum oldu mu?

Bu soruyu cevapsız bıraksam? Ya da şunu söyleyeyim: Bir dergicilik geçmişim var. Edebiyat dergilerinin sıkı bir takipçisiydim. Bunun yanında Konya’da yaşayıp da BeyazBulut’a ilk elden ulaşmam, belki Kuşluk’a çok etkili oldu. Kuşluk’u sınırlandıramam ama ben Anadoluluyum. Kuşluk’u da bu bağlamda değerlendirmek gerek. Onun dışında örnek aldığımız metot veya oluşum sadece etik ve estetik değerlerdir. Derginin kimliğini de bu şekilde oturtmak istiyoruz.

Dergide her sayı için özel bir tema yok, değil mi?

Dergide dosya konusu, yazarı sınırlandırır. Böyle düşünüyorum. Klasik yayıncılıkta dosya konusu diye bir şey yoktu. İyi bir editör,  dergiyi harmanlayabiliyorsa sorun yoktur benim için. Mesaj, kendiliğinden gelir. Sözde “Didaktik tavrı ortadan kaldırıyoruz,” diyor, sonra da tema belirliyoruz. Bunu çelişkili buluyorum.

Derginin dış katmanından bahsettikten sonra biraz da içeriğini ve işleyişini konuşalım istiyorum. Bize dergiye eser alım ve değerlendirilme sürecinden de bahsetmek ister misiniz?

Kendi açımdan baktığım zaman dergicilikte iki yöntem olduğunu söyleyebilirim. İlki mekanik bir sistem. İkincisi dostların bir araya geldiği bir sistem. Dergide mekanik bir sistem kurduk biz. Ekibin öyle birbiriyle yoğun bir irtibatı olmadığını söyleyebilirim. İrtibatı ben sağlıyorum, fikirleri tartıyor ve yolu bulmaya çalışıyoruz. Mekanik dediğim şey bu. Diğer türlü iş aksıyor gibi hissediyorum. Tecrübelerime dayanarak… Özellikle genç kuşak için, bu alanda kendini göstermeye çalışanlar için yayın kurulu çok güzel çalışıyor. Yayın kurulunun çoğunluğunun onay vermediği bir ürünü yayınlamıyoruz. Mail hesabımıza gelen yazılar, yazarın ismi kapatılarak yayın kurulunun onayına sunuluyor. Sonra editörlük süreci başlıyor. Ardından son bir değerlendirme süreci daha gerçekleşiyor. Eserin çizim ve dizgi aşaması bunlardan sonra mümkün olabiliyor. Niteliği arttırmak için uğraşıyoruz. Kendi metnimi de bu değerlendirmeden muaf tutmadım. Yayın kurulunun birikimine güvendim. Yayın kurulu içinden editörlük sistemi kurduk. Her bir üyemiz aynı zamanda editör gibi de uğraş veriyor. En son değerlendirme aşamasını da ben devraldım. Editörden geleni tekrar değerlendirmek amacıyla, gözden kaçan bir şey varsa diye tekrar kontrol ediyorum ve bu şekilde yazıları yayına hazırlıyoruz. Ustalar da bu anlamda zaten eserlerinin niteliği ile ön plana çıkıyorlar.

Önce onlar editörlük yapıyorlar, sonra siz kontrol ediyorsunuz öyle mi?

Evet, burada üçlü bir sistem var. Birincisi gölge sistem. Yazarın adının görünmediği ve oy çokluğuyla yazıların kabulü. Burada çoğunluğun kabul ettiği yazılar için değerlendirmeler bende toplanıyor. İkinci aşamada bireysel olarak bir editörlük hizmeti başlıyor. Eserin editörlüğünü yapan kişiye benimle birlikte diğer dört yayın kurulu üyesinin değerlendirmelerini de iletiyorum. Bu iki aşamadan sonra revize edilmiş metnin yeniden kontrolü gerçekleştiriliyor. Gözden kaçan bir şey olmasın diye uğraşıyoruz. Dergiciliği akademik düzeyde de ele aldım. Bunun Kuşluk’a katkı sağlamasını istiyorum.

Çok zaman alacak bir iş… Sizinle derginin ilk sayısı çıkmadan önce görüştüğümüzde bazı endişeleriniz vardı. Görüyorum ki taşlar yerine oturmuş ve durumdan memnunsunuz, yorucu olsa da.

Ama zevkli. Zevk aldığım işte, yorgunluk hissetmem. Bu arada dergiyi kurarken ısmarlama yazı alalım demedik. Çünkü daha önceki tecrübeme de dayanarak birinden ısmarlama yazı almak aynı zamanda yazının niteliğini de -eğer yoksa- kabul edip dergide yayınlamak anlamına geliyor. Üniversite döneminde fanzin boyutunda dergiler çıkartmıştık. O dönemlerde çok yaşadım bu sorunu. Niyetimiz böyleydi ama sizi kim tanıyor ki yazı gelsin! Doğal olarak bazı yazarlara ulaşıyoruz. Kendini beğenmişlik olarak algılanmasın bu, hatır gönül ilişkisini devre dışı bırakalım istiyoruz. Hakemli bir dergi mantığıyla çalışmayı çok isterdim, diyebilirim. Kim bilir, belki bir gün o da olur…

Kuşluk hangi yaş aralığına hitap ediyor? Ya da şöyle sorayım, siz Kuşluk’un hangi yaş aralığına hitap etmesini istiyorsunuz?

Kuşluk’ta herhangi bir yaş aralığı yok. Bize ulaşan bir eser nitelikli ise, çocuklara seslenmek gibi bir iddiası varsa ve bizi de buna inandırıyorsa Kuşluk’ta yayınlanabilir.

Çocuk hafızasına seslensek, hem sizin hem Kuşluk üyelerinin çocukluklarında nasıl bir çocuk dergisinden söz edebiliriz? Geçmişte çocuklar için dergilere erişiminiz nasıldı? Ne tür içerikler ilginizi çekerdi?

Küçüklüğümde Gül Çocuk’un eski nüshaları, Altın Çocuk, Tercüman Çocuk, Türkiye Çocuk gibi dergi ile gazeteler evimizde vardı. Varlıklı bir ailede yetişmediğim için bir dönem çocuk dergilerine erişimim olmadı, bu yüzden dergi alışkanlığımı sonradan kazandım diyebilirim. Daha sonra evimize bazı dergiler gelmeye başladı. Fakat gerçek manada bir dergi kültürüm ancak üniversitedeyken oluştu.

Son olarak, Kuşluk’u ileride nerede görmek istiyorsunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Kuşluk; çocukların, insanlığın yok olduğu bir yerde onlara kalbî bir şey katan bir merkez olabilir mi hayaliyle yola çıktı. Kuşluk’un isim hakkını da bu bağlamda ben Sezai Karakoç’a dayandırıyorum.

Bir şiirinde geçiyor, değil mi?

Şehzadebaşı’nda Gün Doğmadan ve Hızırla Kırk Saat şiirlerinden ilhamla, diyelim. Tabi,, kuşluk kelimesi şairin toplu şiir kitabında yer yer zikrediliyor. Kuşluk’u hakikatin hakkaniyetin olduğu her yerde görmek isterim, başka karşılığı yok benim için. Son olarak dergiyi çıkartmamıza vesilen olan vakıf yöneticilerine, Enes Celep’e, yayın kuruluna, çizer arkadaşlara, grafikerimize çok teşekkür ediyorum. Ayrıca kıymetli işlere imza atan Çocuk Yazını’na ve size şükranlarımı sunuyorum.

Kuşluk’ta kalın…