Kritik

Mağara Resimlerinden Sözsüz Kitaplara: Suzy Lee Kitaplarına Dair Görsel Okuma Denemesi

“Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak! Ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir. Ve dünya Amerika’dan ibaret değil.”

1904 yılında Perito Francisco P. Moreno ve Clemente Onelli tarafından keşfedilen Arjantin Eller Mağarası’nda bulunan figürler 13.500 yıllık bir geçmişe dayandırılıyor. İsmini elbette ki duvar resimlerindeki ellerden alan mağara 1999’dan beri UNESCO Dünya Mirası listesinde. Peki bu eller ne anlatıyordu?

Kesin bir cevabı olmamakla birlikte bu duvar resmi kimimize göre yardım çığlıkları atan elleri temsil ederken, kimimize göre mutlulukla dans eden insanların ellerinin temsil ediyor olabilir. Resme baktığımızda hissettiklerimiz biraz iç dünyamızı biraz hayata bakış açımızı biraz da hayat tecrübelerimizi yansıtıyor olabilir. Peki bu ellerin altında şöyle bir cümle yazıyor olsaydı: “Bu eller sevdiklerine veda eden insanların ellerini temsil ediyor.” Böyle bir cümle ile karşılaşsaydık bahsettiğim varsayımların hiçbirini düşünmeyecek, iç dünyamızın kapılarını aralama ihtiyacı duymayacak, yazılan cümleyi kabul edip, resmi yalnızca cümleyi destekleyici bir öğe niteliğinde görmekten öteye geçemeyecektik. Mağara resimlerini bu denli gizemli ve araştırmaya değer kılan da bu değil midir? İnsanoğlu binlerce yıl sonrasına, hangi dili konuştuğu fark etmeksizin, mesaj bırakmayı bu resimler sayesinde başarmamış mıdır? Üstelik yapılan araştırmalar bu ellerin bitkilerden elde edilen boyaları püskürtme tekniğiyle yapıldığını ortaya koymuştur. Dönemin şartlarında bu tekniği uygulayan kişileri ilk sanatçılar olarak düşünürsek belki de mağara resimleri günümüz sanat dünyasının temel yapı taşlarından biri olacak. Peki ya renkler?

Ellerin farklı renklerle resmedilmiş olması neyi temsil eder? İzleyiciye hangi mesajları verir? Nasıl bir duygu uyandırır? Beyaz renkli eller çocuklara, siyahlar yetişkinlere aittir şeklinde düşünebilir miyiz? Ya da tam tersi? Ya da kırmızılar kadınlara, beyazlar erkeklere, siyahlar aile büyüklerine aittir diyebilir miyiz? Yorumlanmadığında pek çok dinamiğin de dikkate alınması gereken birçok olasılığa kapı aralayacak bir alımlamaya gebe bu resimler. Buradan hareketle renklerin de sözcükleri var diye bir çıkarımda bulunabilir miyiz? Renkler de metinler gibi okunabilir midir? Bir rengin bir görselle bir mekânda buluşması her alımlayıcıya başka bir şey anlatabilir. Demek istediğim şu ki görseller sözcüklerle sınırlandırılmadığında yetişkin ve çocuk için farklı dünyaların kapıları açılabilir. Fakat “okumak” denildiğinde bizim ve çocuklarımızın aklına ilk olarak yazılı metinleri okumak geliyor. İşte tam da bu noktada sahneye çocuklarımızı sınırsız bir okuma yolculuğuna davet eden sözsüz kitaplar çıkıyor. Ben de mağara resimlerinden örnek vererek başladığım bu yazımda çocuklarla gerçekleştirdiğim atölye deneyimlerimi de kullanarak Suzy Lee’nin kitaplarını görselleriyle okumaya çalışacağım. Önce sözsüz kitabın ne olduğuna değinmek istiyorum

Sözsüz Kitap ve Çocuklar Üzerindeki Etkileri

Edebi eserler nesnel bir ürün olmaktan öte ruha verdiği lezzetli yönüyle ortaya çıkar. Sözsüz kitap sözlü bir kitabın tersine okuyucuya birden fazla anlatı lezzeti sunar. Her okuyucu sözsüz kitaptan farklı bir anlam çıkarabileceği gibi, aynı okuyucu farklı zamanlarda yaptığı okumalarda farklı anlamlar yakalayabilir. Sözsüz kitap bu özelliği ile okuyucuyu özgür kılar. Kavram olarak sözsüz kitaplar içinde sözlü bir hikâyesi bulunmayan, yalnızca resimlerle kendini ifade eden edebi ürünler şeklinde tanımlanabilir.

Rebecca J. Lukens, Jacquelin J. Smith ve Cynthia Miller Coffel’in birlikte hazırladıkları Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış kitabında belirtildiği üzere yazısız resimli kitaplar, bugünün kültüründe görselliğin önemli olmasının çocuk edebiyatını nasıl etkilediğini göstermektedir. Bu resimli kitaplarda anlamın bütün sorumluluğunu çizimler taşır. Yazısız resimli kitaplar bir öyküyü büsbütün görsel olarak anlatırlar. Belli bir kategorideki tüm kitaplarda olduğu gibi bu alanda da hem konu çeşitliliği hem de niteliksel çeşitlilik sınırsızdır. Örneğin; ciddi ve karmaşık bir konusu olan, Jeannie Baker’ın Window adlı eseri, iki ve üç boyutlu kolaj tekniğiyle resimlendirilmiştir ve hem merak uyandırıcı hem tanıdık hem de gittikçe daha çetrefilli hâle gelen resimler sergilemektedir. İsviçreli Chistoph Heuer tarafından yaratılmış yazısız resimli kitap serisinde ise her öykünün sonunda yeni bir karakter eklenir. Diğer bir örnek ise ödül kazanmış Alman yazar/çizer Katja Kamm’ın Invisible eseridir. Bu eserde çift sayfaya yayılmış her resimdeki kimi unsurlar, ortaya yeni öğeler çıktıkça arka planla aynı renge büründüklerinden görünmez olur. Bu stildeki bir yazısız resimli kitap hem genç hem daha büyük okurlar için bir çeşit oyuna dönüşür (32-34).

Sözsüz kitap çocuklarda yaratıcılık ve düşünme becerisini geliştirir. Akıl yürütme ve yorumlama becerilerini destekler. Bağlantı kurma, sıralama, olay örgüsü oluşturma ve takip etme, çok yönlü düşünme, neden sonuç ilişkisi kurma gibi alanlarda katkı sağlar. Tıpkı bir puzzle parçalarını birleştirmek gibi zihni aktif kullanmanın kapılarını aralar. Düzenli olarak sözsüz kitap okumak çocuk okurun yazısız kaynaklara olan ilgisini de arttırır. Bu yönüyle araştırma güdüsünü tetikler. Sözsüz kitapla etkileşim halinde olan çocuklar heykeller, kabartmalar, duvar resimleri, kıyafetler gibi yazısız kaynaklar grubuna dahil olan ürünler hakkında yorum yapma imkânı yakaladıklarından dolayı bu kitaplar aracılığıyla çocuk öznelerin bakış açısını genişletmek mümkündür denilebilir. Çünkü çocuk okur zaman içinde görsel okuma ve yorumlama alanında da gelişime açık hale geleceğinden sözsüz kitaplar kültürel okur yazarlığı desteklemede bir ilk basamak olarak belirir. R. Hu ve M. Commeyras  tarafından 2008 yılında yapılan bir araştırma bu kitapların yeni bir dil öğrenen çocuklar için önemli fırsatlar sunduğunu ve yaratıcılığı desteklediğini ortaya koymuştur (Aktaran Özdemir vd. 3). “10 hafta boyunca okuma yazma aktiviteleri içerisinde sözcüksüz kitaplarla çalışmanın, Çin’li bir çocuğa hem Çince’de hem de İngilizce’de öğrenme kolaylığı sağladığı sonucuna ulaşmışlardır” (Alıntılayan Özdemir vd. 4). İspanya’da gerçekleştirilen bir başka araştırmada ise öğretmenlerin sözcüksüz kitap paylaşımlarında daha fazla öğretim desteği sağladıkları çocukların ise sözlü kitap okuma sürecine nazaran daha fazla kelime ve cümle kullandıkları tespit edilmiştir (Aktaran Özdemir vd. 4-5). Ayrıca çocukların sözsüz kitaplarla yaptıkları anlatılarla dil puanları arasında da ilişki olduğu görülmüştür (Aktaran Özdemir vd. 6).

Aslında okuma eylemi bizi yalnızca anlayabildiğimiz dile ya da dillere bağlı kılan, tabiri caizse dil sınırları içinde tutan bir eylem gibi gözükse de sözsüz kitaplar görsel metin aracılığıyla evrensel bir dil yakaladıklarından, herhangi bir millete ait bir dille kısıtlanmadan bütün çocukları yalnızca çocukların yaşadığı ve çocuk dilinin konuşulduğu bir ütopyada birleştirebilir. Sözsüz kitapların bu yönünü ortaya koyan en etkileyici uygulama İtalya’ya bağlı bir Akdeniz adası olan Lampedusa Adası’nda kurulan Sessiz Kitaplar Kütüphanesi’dir. İsviçreli Chistoph Heuer yazısız kitap tasarlamasının altında yatan nedeni, İsviçre’nin dört resmi dili olmasından kaynaklanan dil bariyerinden uzak durmak olarak açıklamaktadır (Aktaran Lukens, Smith ve Coffel 34). Nitekim adada Afrika ve Orta Doğu’dan gelen binlerce göçmen yaşamaktadır. Uluslararası Genç İnsanlar İçin Kitaplar Heyeti (IBBY) adadaki İtalyan ve göçmen çocukları buluşturmanın yolu olarak sözsüz kitapları seçer. Böylece adada çocukların dil sınırlarının gölgesinde kalmadan, bir arada bir şeyler paylaşmaları mümkün kılınır.

Öte yandan sözsüz kitabın birleştirici gücü yalnızca farklı dile sahip çocuklar arasındaki bir güç değil. Aynı dile ve kültüre sahip olan ama dünyaya farklı pencerelerden bakan çocukları da birleştirebilmesi de büyüleyici bir etki bırakır. Bu etki bağlamında Suzy Lee’nin metinlerine gelin birlikte bir yakın okuma yapmaya çalışalım.

Sınır Üçlemesi’ne Yakından Bakış

Suzy Lee, Sınır Üçlemesi kitabında şu anlatıya yer verir:

Amerika’daki bir ilkokuldan stajyer öğretmen, Dalga’yı okudukları dersiyle ilgili bir e-posta göndermişti. Bir kitapta mutlaka metin olmak zorunda mıdır, sadece resimlerden oluşan bir kitabın da giriş gelişme ve sonucu olabilir mi, bir hikâyeyi iyi yapan şey nedir gibi sorular sorarak tartıştıklarını, sonra da çocuklarla birlikte basit bir sessiz kitap yaptıklarını yazmıştı. Ama bu hikâyede beni dersin içeriğinden daha fazla etkileyen bir bölüm vardı.

“Kitabın sayfalarını çevirirken çocuklara, sessizce içinizden okuyun demiştim. Bu kitabın sözler olmadan da hikâye anlatıp anlatmadığını soracağımı söyledim. Onların sayfalara odaklanışını izlemek, zihinlerindeki kitabı okurken gülümsediklerini ya da kahkaha attıklarını görmek büyük zevkti. Hikâyeden keyif aldıklarına şüphem yoktu. O esnada sınıftaki otizmli bir çocukla ilgili beklenmedik bir olay oldu. Çocuk her sayfaya dikkatle bakarken, diğer çocukların kahkahayla güldükleri sayfalara aynı şekilde gülmüştü. Bir öğretmen olarak unutamayacağım bir andı bu. O çocuğun kitapları sevdiğini düşünüyorum ama resimli kitapları sesli okuduğumda ilgilenmiyor, üstelik yerinde de durmuyordu. Otizmli çocukların kitabın alçak sesle okunmasından bile rahatsız olduklarını biliyorum. Ama bu kitabı okurken sınıf gerçekten sessizdi. Bu sayede o çocuğun kendi zihnindeki hikayeleri duyabildiğini düşünüyorum. Büyülenmiş gibiydi… Sınıf öğretmeni de ondan gözlerini alamadı, hepimiz çok mutlu olduk.”

İşte bu, “sessiz” kitabın parladığı andır. (146)

Suzy Lee’nin Dalga, Gölge ve Ayna isimli üç sessiz kitabının hazırlık sürecinden bahsettiği Sınır Üçlemesi kitabında yer verdiği bu deneyim sözsüz kitabın birleştirici gücünün de sınırsızlığını gözler önüne seriyor.

Sınır Üçlemesi Suzy Lee’nin Ayna, Dalga ve Gölge adındaki üç sessiz kitabını ifade etmektedir. Bu üç eser hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak ele alınacak özelliklere sahip olmasıyla üçlemeyi meydana getirmektedir. Suzy Lee üçlemenin ilk eseri Ayna üzerinde çalışırken zihninde üç kitap fikri olmadığını, tabiri caizse kitapların birbirinin doğuşu için zemin hazırladığını ifade eder. Suzy Lee’nin üç eseri için dikkat çeken en önemli unsur sanatçının kitabın fiziksel özellikleri üzerinden bir yaratım sürecine girmeyi tercih etmiş olmasıdır. Öyle ki üçlemenin sınırı her bir eserde kitapların ortasında bulunan kırım çizgisidir. Ayrıca ortak olarak tanımlanan sınır yalnızca kitabın ortasında yer alan fiziksel sınır değil, aynı zamanda hayal ile gerçek arasındaki sınırdır. Üç kitapta da ana karakterler bir bağlantı olmaksızın ortaya çıkarlar. Suzy Lee onları sadece gönüllerince oyun oynamak için var olan karakterler olarak tanımlar (Lee, Sınır Üçlemesi 138).

Anlatı düzleminde Ayna’ya bakıldığında kitabın sağ sayfada oturan bir çocuk görseliyle başladığı fark edilir. Sonraki sayfa çocuğun kendi yansımasını görmesiyle devam eder. Kitabın kenarları ve kırım çizgisi aynanın çerçevesini temsil ediyor olsa da bunun bir ayna olduğuna dair görsel metinde bir işaret yoktur. Ayna alanını yaratmak okurun elindedir. Sayfalar ilerledikçe okur ilk olarak sol sayfaya bakma eğilimi sebebiyle hangi tarafın ayna hangi tarafın gerçek görüntü olduğu konusunda kafa karışıklığı yaşar. Hatta çoğu zaman okur farkına bile varmadan sol taraftaki karakteri gerçek karakter olarak duyumsar (Lee 19-27). Devam eden sayfalardaysa sol taraftaki çocuğun sağ taraftaki çocuğu itmesinin ardından okurlar olarak birlikte aynanın kırılmasına şahitlik ederiz ve sağ tarafın yansıma, sol tarafın gerçek görüntü olduğunu fark ederiz. Sağ sayfanın hangi noktada yansımaya dönüştüğüyse sözsüz kitap okuyucusunun algısına ve yorumuna kalır. Hikâyenin başında sağ tarafta oturan çocuğu hikâyenin sonunda sol tarafta görürüz. Baştaki ve sondaki resim aynı olmasına rağmen Suzy Lee okurlardan bazılarının sondaki çocuğu daha üzgün gördüğünü ifade etmektedir. (Lee, Sınır Üçlemesi 29)

Dalga’yı yaratım sürecindeki taslak çizimi için ise deniz kenarına gittiğini belirtir Suzy Lee. Kitapta sol tarafta çocuk ve martılar, sağ tarafta dalga karşılar okuru. Bir süre dalganın sol tarafa bir damla bile sıçramadığını, kırım çizgisizinden geri döndüğünü görürüz. Dalga neden karşı tarafa geçmez? Aslında burada kırım çizgisi bir tür psikolojik sınırı temsil eder. Karar verme süreci: ıslanmak ya da ıslanmamak (Lee, Sınır Üçlemesi 41). Sonrasında çocuk kahraman gerçek alandan dalgaların dünyasına girmeye karar verir. Suzy Lee bu geçişi resmederken kırım çizgisinin masalsılığına atıfta bulunarak kırım çizgisine sakladığı görselleri tamamlamayı okurun hayal gücüne bırakır. Bu noktadan sonra sağ sayfada gözlemlediğimiz çocuğun dalgayla kurduğu oyun başlar. Ta ki dev bir dalga sol tarafa doğru sıçrayana kadar! Burada mavi rengin sol sayfaya geçmesiyle beraber arka plana, çocuğun giysilerine ve denizden gelen ödüllere de bulaşmış olmasıyla birlikte bir şeylerin değiştiği mesajını alırız.

Gölge kitabındaysa Suzy Lee metni kurgularken bu kez tamamen kitabın ölçüsünden ve kitabın açılma yönünden yola çıktığını belirtir. Ayna dikey bir formda ve yana açılır, Dalga yatay bir formda yana açılıyor ve Gölge yine yatay bir formda ama bu kez yukarı doğru açılır. Kırım çizgisiyle ayrılan yukarı dünya ve aşağı dünya. Yukarısı gerçek dünyayı, aşağısı gölgelerin dünyasını temsil eder. Kim bilir kimimize göre belki de tam tersidir.

(Gölge, 13-14)

Öte yandan bu kitapta tavan arasındaki bir depo ve depodakilerin gölgelerini görürüz. Esas hikâye çocuğun eliyle yaptığı bir kuş hareketiyle başlar. Gölgelerin dünyasında bu kuşun havalandığını görürüz. Suzy Lee burada kullandığı sarı renk ile hayali bölgeyi temsil ettiğini ifade eder. Giderek sarı rengin yoğunlaştığını ve tamamen hayali dünyaya geçiş yaptığımızı görürüz. Annesinin seslenmesiyle bir anda gerçek dünyaya geçiş yapan kızın elinde tuttuğu botun iplerinin bir önceki hayali sayfadaki kurdun elleri olduğunu ve küçük kızın gölgelerin dünyasında karşılaştığı karakterlerin aslında kendi iç dünyasının yansıması olduğunu anlarız. Peki ya çocuk odadan çıktıktan sonra? İşte sonrası da okurun kendi iç dünyasının yansıması şeklinde yorumlanabilir.

Sözsüz Kitap Yalnızca Okuyucuyu mu Özgür Kılar?

Sözsüz kitapta sözcükler olmasa da bu kitapların da bir yazarı elbette var. Görselle okuyucuya aktarılanlar aslında yazarın zihninde birer cümleyi ve olay örgüsünü temsil etmekte. Yazarın vermek istediği bir mesajı, anlatmak istediği bir derdi var. Ama sözsüz kitapta yazar kendi zihninden geçenleri okuyucuya dayatmaz. Sözsüz kitabın büyüsü tam da burada başlar. Yazarın okuyucuya sunduğu bu özgürlük aslında kendisine de özgür bir alan yaratır. Yazar anlatmak istediklerini cümlelerle sınırlı tutmaz. Vermek istediği duyguyu en kısa ve etkili yoldan anlatma arayışına girmez. Çünkü bazı kitaplar sözsüz olduğunda daha çok şey anlatabilir. Ayrıca anlatım yöntemi görsel olduğu için yazar kitapla ilgili teknik sınırlara da takılmaz. Bunun en güzel örneği yine Suzy Lee’nin Dalga, Ayna ve Gölge’yi anlattığı Sınır Üçlemesidir. Suzy Lee bu üç sözsüz kitabı anlattığı Sınır Üçlemesi kitabında şu ifadelere yer veriyor:

Yayıncılıkta kitabın rahat okunmasına engel olmamak için resimli kitap sanatçısının çift açılan sayfaların ortasına çizim yapmaması gerektiğine dair açıkça söylenmeyen bir kural vardır. Bu kurala uyulmazsa ne olur?

  İşte böyle olur.

Peki bu kurala bilerek uymazsanız ne olur? O kırım çizgisini görmezden gelmek yerine varlığını kabul etseniz? Kitabı sayfaların birleştiği o sınırı kullanarak oluştursanız ne olur? Kitabı oluşturan fiziksel ögelerin, hikâyenin bir parçası olduğunu varsaysanız? Kitabın kendisi okuma deneyiminin bir parçası olsa, ortaya nasıl bir şey çıkar? (9)

(Dalga, 13-14)

Suzy Lee sözsüz kitabın özgürlüğüne yaslanarak üç kitabında da kitabın orta çizgisini öyküye dahil etmiştir. Ayna’da orta çizgi çocuğun baktığı aynayı, Dalga’da orta çizgi deniz ve kumsal arasındaki sınırı, Gölge’de orta çizgi gerçek dünya ve gölgeler arasındaki sınırı temsil eder. Lee, kitap içinde sözcüklerin yerleştirileceği yeri hesaba katmak zorunda olmadan özgür bir anlatı sunmuş olur. Kitaplarını fiziksel olarak da her yönüyle sürece dahil eder, renklerin dilinden boş sayfalardan bile faydalanır.

(Ayna, 20-21)

Suzy Lee’ye göre boş sayfa hikâye için gerekli ve anlamlıysa hiçbir şey yazılmamış ve çizilmemiş bomboş bir sayfa boş sayfa değildir. Sanatçının Ayna ve Gölge adlı sessiz kitaplarında boş sayfa kullanımını görmekteyiz. Boş sayfa kullanımına TUBİTAK Popüler Bilim Kitapları koleksiyonunun ilk sessiz kitabı olan Biricik adlı eserde de rastlamaktayız. Guojing imzalı bu kitap New York Times tarafından en iyi resimli çocuk kitabı ödülünü kazanmıştır. Hiç düşündünüz mü, boş sayfa sizin için ne ifade eder? Kayboluş mu, saklanmak mı, sıkışmışlık mı, mola vermek mi, bitiş mi yoksa tam tersi yeni bir başlangıç mı? Bir kitapta bomboş bir sayfaya denk geldiğinizde ilk düşündüğünüz ne olur?

Sözsüz Kitap Nasıl Okunur?

Sözsüz kitap okuma sürecinde okuyucuların ilk denemelerde zorlandıkları, hatta kaygı duydukları gözlemlenmektedir. Okur olarak kapağı açtığımızda bize sunulan hazır bir anlatı yoktur. Burada bir nevi yazarlık rolü okuyucuya geçer. Çocuklarla birlikte sözsüz kitap okuma süreci çocuğu tamamıyla içine alan, aktif katılımı destekleyen bir süreçtir. Her sayfada süregelen olaylar dizisi, karakterler, karakterlerin sayfa içindeki yüz ifadeleri ve duygu değişimleri, bu ifadelerden yapılan çıkarımlar, mekânın gözlemlenmesi, mekândaki objelerin kitaptaki anlamlarının sorgulanması, neden sonuç ilişkileri, sayfa içinde renklerin kullanımı ve renk değişimlerinin ifade ettiği öğeler sessiz kitabı okuma yolculuğunu kapsar.

Karaktere bir isim vermek, kendini onun yerine koymak, kitabın kahramanı gibi düşünmek, karakterler arası diyalogları özgürce belirlemek çocukları cezbeder. Aynı sayfada her çocuk farklı diyaloglar çıkarsar. Bu yönüyle sözsüz kitap çocukları bireysel olarak daha yakından tanımamıza olanak sağlar. Tıpkı çocuğun iç dünyasına tutulan bir ayna gibi. Okuma başladığı andan itibaren Suzy Lee’nin Ayna kitabında olduğu gibi hangi tarafın ayna hangi tarafın gerçek dünya olduğunu ayırt edemeyeceğimiz büyülü bir yolculuk başlar. Bu noktada çocuklarla yaptığım sözsüz kitap atölyesinden bir örnekle devam etmek isterim.

Rami Kütüphanesi’nde Şemsiye başlıklı kitapla yaptığım sözsüz kitap atölyesinde kırmızı şemsiye atölye boyunca bizimle birlikteydi. Aşağıdaki sayfaya geldiğimizde atölyede yanımda bulundurduğum kırmızı şemsiyeyi görselde olduğu gibi tuttum ve çocuklara:

(Schubert, 12-13)

“Ben bu şemsiyeyi tutan köpeğim. Siz de etrafımdaki timsahlarsınız. Bana ne söylüyorsunuz?” diye sordum. Çocuklardan gelen cevaplar şu şekilde çeşitlilik gösterdi:

-“Seni yiyeceğiz.”

-“Şemsiyeyi bize vermezsen seni yiyeceğiz.”

-“Korkma, sana zarar vermeyeceğiz.”

dediler ve son cümleyi duyduğumda âdeta zihnimde şimşekler çaktı. Bu sayfayı o güne kadar hiçbir zaman bu şekilde yorumlamayı düşünmemiştim. Bu sayfayla ilgili bir tehlikeden başka bir olasılığı göz önünde bulundurmamıştım. Ama çocuklardan birinin bakış açısı bu tek düzeliği tamamen yıktı.

Bu nedenle sessiz kitap okurluğunda peşin hükümlerde bulunulmaz çıkarımı yanlış olmayacaktır. Üstelik sessiz kitapların bu özelliği  okur ve yazar arasındaki etkileşimi de arttıracaktır. Çünkü sessiz kitap yazarın zihninden çıkıp okuyucu ile buluştuğu andan itibaren okur ve yazarın ortak ürünü olarak şekillenerek yoluna devam eder.

Detayları Okumak

Sessiz kitaplar belli bir olay örgüsünün yanı sıra farklı katmanlarda anlamlı detaylar da barındırır. Sessiz kitap okuyan okur detaylı bakış açısına sahip olur. Dolayısıyla bağlantı kurma becerisini geliştirir. Bu noktada yine Şemsiye kitabı ile yaptığım atölyeden bir örnek vermek isterim.

(Schubert, Şemsiye, 6-7)

(Schubert, Şemsiye, 36-37)

Yukarıda kitabın başından ve sonundan iki sayfa görüyoruz. Kitabı okumaya başladığımızda köpek uçarken arkasından bakan kediye dikkat çektik. Köpek dünyayı dolaştı ve geri döndü. Döndüğünde kedi aynı yerde bekliyordu. Bu noktada kedinin hâlâ orada olduğuna dikkat çekerek, kedi hâlâ neden orada bekliyor olabilir, köpeği hangi duygularla bekliyor olabilir, köpeği görünce ne hissediyor ve köpek onu görünce ne hissediyor, köpeğe ilk olarak ne söylüyor, sen bir şemsiye ile dünyayı dolaşsaydın geri döndüğünde seni bekleyen kim olurdu gibi sorulara yanıt aradık önce. Aşağıda görseli olan kitabın son sayfasına geldiğimizde çocuklara “Öykümüz burada bitti” dedim. Çocuklardan biri itiraz etti: “Hayır şimdi kedinin öyküsü başlıyor!”

(Schubert, 38-39)

Sonuç olarak bir sessiz kitabı her okuyuşumda, her çocukla birlikte, yeni bir öykünün başladığını söylemek mümkündür. Bütün bu değerlendirmelerin ışığında sessiz ve sözsüz kitap olarak adlandırdığımız bu türün aslında son derece sesli ve okunur olduğunu görmekteyiz. Sözlü bir kitabın okura tek bir öykü sunarken sözsüz kitabın her okuyucuya farklı öykü deneyimleri sunduğuna şahitlik edebiliriz. Bu bağlamda çocuklarla daha derin sohbetlere ve düşünme egzersizlerine de kapı aralamış oluruz.

Sözlerimi sessiz anlatı sanatı denildiğinde ilk akla gelen isimlerden Charli Chaplin’in cümleleriyle bitirmek isterim: “Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak! Ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir. Ve dünya Amerika’dan ibaret değil.”

 

Kaynakça

Lee, Suzy. Sınır Üçlemesi. Çev. Betül Tınkılıç. İstanbul: Meav Yayıncılık, 2022.

Lee, Suzy. Dalga. Çev. Dila Altındiş Balcı. İstanbul: Meav Yayıncılık, 2017

Lee, Suzy. Ayna. İstanbul: Meav Yayıncılık, 2020

Lee, Suzy. Gölge. Çev. Sima Özkan. İstanbul: Meav Yayıncılık, 2018

Lukens, Rebecca J.  ve diğer. Çev. Cenk Pamay vd., Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış.

İstanbul: Erdem Yayıncılık, 2023.

Adak Özdemir, Atiye ve Burcu Özdemir Beceren. “Sözcüksüz Kitapların Niteliğinin ve Okul

Öncesi Dönem Çocuklarının Sözcüksüz Kitap Anlatımlarının İncelenmesi”. Tarih

Okulu Dergisi, 39 (Nisan 2019): 1-44.