Dosya

Samed Behrengi Eserlerinde Korku ve Endişe

New York Times gazetesinde, 10 Haziran tarihinde etkileyici bir başlıkla çıkan makaleye göre 2000’lerin başında “revaçta” olan depresyon bugün yerini anksiyeteye bırakıyor [1]. 

New York Times gazetesinde, 10 Haziran tarihinde etkileyici bir başlıkla çıkan makaleye göre 2000’lerin başında “revaçta” olan depresyon bugün yerini anksiyeteye bırakıyor [1]. Ekonomik koşulların gelir dağılımında dramatik farklar yarattığı, ciddi bir göç sorununun yaşandığı ve dünya siyasetini yönlendiren etkenlerin başında terör örgütleri ve kanlı eylemlerin olduğu günümüzde; insanların yaşadığı en belirgin duygunun ve beraberinde gelen rahatsızlığın anksiyete olması pek de şaşırtıcı durmuyor. Duygusal farkındalığın ve anksiyetenin bu denli artması psikoloji disiplininin de tarihteki ikinci devrimini yapmasına fırsat veriyor. Büyükler arasında psikoloji ve iç dünya farkındalığının ve Xanax ve türevi ilaçların peynir ekmek gibi tüketilmesinin gölgesi yazın dünyasına pek tabi düşüyor ki çocuk yazını da bu durumda azade değil. Ailelerin en büyük endişelerinden biri kendileri gibi endişeli çocuklar yetiştirmek; bunu engellemek için sürekli psikoloji disiplinine başvuruluyor, korku ve endişe faktörü olabilecek somut ve soyut olaylar ve durumlardan kaçılıyor. Çocuk yazınında, klasik çocuk hikâyeleri korku öğelerinden arındırılarak yeniden piyasaya sürülüyor. Endişe ve korku unsurları hikâyelerden ya çıkarılıyor ya da olabildiğince yumuşatılmış şekliyle temsil ediliyor. Böylelikle korku ve endişenin çocuğun dünyasına girip onu travmatize etmesi engelleniyor. Bu yazımda, “çocukları toplumsal gerçeklikten bu kadar koparmanın nasıl sonuçları olacak” tartışmasını psikologlara bırakarak söz konusu gerçekliği olabildiğince hikâyelerine dâhil etmiş bir yazarı ele almak istiyorum: Samed Behrengi.

Samed Behrengi 1939 yılında Azerbaycan’da yoksul bir aileye doğuyor. Yaşamını kendisi gibi yoksul ailelerden gelen çocuklara öğretmenlik yaparak sürdüren Behrengi, hikâyelerini yaşadığı bu toplumun etrafında çerçeveliyor. Eserlerinde tematik olanlar, yoksul yaşantı, mahalle, yoksul çocuğun dünyası şeklinde; duygusal örgü ise sevgi, merhamet ve gurur ekseninde kuruluyor. Bütün bunlara ek olarak Behrengi hikâyelerinin kalbi; özgürlük, çarpık iktidarlarla olan savaş ve bu ikilinin karşılıklı endişeleri üzerine kurulu.

Behrengi’nin en çok okunan hikâyesi Küçük Kara Balık, küçük kara balığın yaşadığı küçük bir toplum, o toplumun kurallarının ötesini hayal etmesi ve hayal ettiği mecralara yol almak istemesi ile başlıyor. Toplumdaki gelenekçi iktidar küçük kara balığın bu isteğini bir isyan ve bir bozulma örneği olarak ele aldığı için onu öldürmek istiyor, arkadaşlarının yardımıyla bu durumdan kurtulan kahramanımızsa yeni mecralarda da muktedir olanla savaş vererek özgürlüğüne sahip çıkıyor. Hikâyenin bir sonu yok. Sarmal bir yapıda, sonsuz bir noktada kapanıyor. Bittiğinde şu çıkarıma varıyoruz: Küçük Kara Balık muhtemelen özgürlük savaşına devam ediyor ve onun hikâyesini ninesinden dinleyen küçük bir kırmızı balık, kara balığın yolundan gidiyor. Anlatıda kısıtlayıcı ve baskıcı muktedir yerini kaybetme endişesiyle; bu iktidarın karşısındakiler ise özgürlüklerini ve hayallerini kaybetme endişesiyle hareket ediyorlar. Behrengi, kişinin özgürlüğüne sahip çıkması endişesinin haklı gururunu ve onurunu ilmek ilmek işliyor anlatı boyunca ve bu endişe duygusunu olabildiğince yüceltiyor. Bu yolun tehlikelerle dolu olduğunu ama somut tehlikelerin yarattığı korkunun, özgürlüğü kaybetme korkusu yanında çok cılız olduğu fikrini de birçok yerde işliyor.

Ulduz ve Konuşan Bebek ile Ulduz ve Kargalar kitaplarında, Ulduz (Yıldız) isimli, üvey annesi tarafından kıskıvrak kuşatılmış bir kız çocuk kahramanı var Behrengi’nin, İstenmeyen eşyalar gibi tavan arasındaki kilere kaldırılıyor. Öte yandan Yaşar adında bir arkadaşı var, annesi ile yaşıyor ve oldukça yoksullar. Yaşar bu hikâyede cehaletin karşısında aydın düşünceyi temsil eden karakter olarak okulda öğrendiği bilgileri annesi ve Ulduz’la paylaşıyor. Cehalet ile gelen mistisizm Behrengi tarafından ciddi bir şekilde örseleniyor olmasına rağmen Ulduz’un hikâyeleri oldukça fantastik. İlk hikâyede Ulduz’un konuşan bebeğini öldüren Behrengi, aslında onu daha büyük ve hak ettiği bir maceraya hazırlıyor. Takip eden hikâyede Ulduz ve Yaşar merhametli, bilgili ve onurlu insanlar oldukları için kargalar tarafından bu hayattan kurtarılıyorlar ve herkesin refah içinde yaşadığı kargalar şehrine götürülüyor.  Ulduz bu hikâyeler boyunca istediği gibi hareket edememe korkusu içinde yaşıyor ve özgürlüğü için çeşitli tehlikeleri göze alarak yeni bir ülkeye kanat çırpıyor. Üvey anne ise bu süreçte Ulduz’un tavırlarını çeşitli mistik öğelerle anlamaya çalışıyor ancak bu öğelerle ilgili endişeleri var. Behrengi ailenin mistik korkularını olabildiğince ironik bir dille yansıtıyor.

Bir Şeftali Bin Şeftali hikâyesinde ise bir varoluşu anlatıyor; şeftalinin olgunlaşıp toprağa düşüp tekrar ağaç olma hikâyesini. Şimdiye kadar incelediğim hikâyelerde mekansal bir kaçış, kurtulma hikâyesi vardı. Bir Şeftali Bin Şeftali; iki kafadarın köyün ağasının bahçesinde yere düşmüş bir şeftaliye verdikleri emeğin ve şeftali ağacının bu emeğin karşısında serpilip büyümesinden sonra tutsak olmasının hikâyesi anlatılıyor. Bu gürbüz ağacı fark eden bahçıvan, onu iki kafadarın diktiği yerden söp ağanın bahçesine geri dikiyor. Mekansal olarak hapsedilmiştir artık şeftali ağacı. Bütün öykü boyunca şeftali ağacının en büyük korkusunun o bahçeye geri dönmek olduğunu görüyor okur; çünkü şeftali sadece emek veren insanların kendi meyvelerinden yemesini istemekte. Sonunda şeftali ağacı ağanın bahçesine hapsediliyor ancak bir daha meyve veremiyor. Bu noktada özgürlüğün sadece mekana değil iç dünyaya da yönelik olduğunu görürüz. Şeftali ağacı bahçıvan tarafından birçok kez kesilmekle tehdit ediliyor ancak ölüm korkusu, iç dünyasının da ele geçirileceği ve köleleştirileceği korkusuna nazaran göze alınabilecek bir korkudur. Samed Behrengi burada çıtayı biraz daha yükselterek varoluşun ancak ve ancak kişisel karar verme yetkisi ile mümkün olabileceğini söylüyor bize. Bu yüzden bedenin yok olmasının yarattığı endişe, mahkûmiyet endişesinin yanında temel varoluşsal bir endişe değeri taşımıyor.

Benzer şekilde Pancarcı Çocuk’ta da, soğuk bir kış günü, bir köy okulunda pancarcı bir çocuğa rastlıyoruz. -Kendisi de hemen hemen okul yaşında olmasına rağmen- ablasının özgürlüğü karşısında eğitimini feda edip pancar satmakta. Diğer kahramanlar; köydeki burjuva halı dokuma işini köylülere yaptıran yaşlı bir adam, çocukların annesi ve köylüler. Adam, yaşlı ve evli olmasına rağmen yoksul bir ailenin durumunu fırsat bilerek genç bir kızla evlenmek istiyor. Pancarcı çocuk ise ablasının bu adamla evlenmesinin aslında para karşılığı özgürlüğünü ve bedenini satması anlamına geldiğinin farkında. Bu yüzden çeşitli tehditlere ve dayaklara aldırmadan ablasının özgürlüğünü savunuyor ve diğer köylüler gibi halı tezgâhında çalışmaktansa kışları pancar “börttürüp” satıyor.  Behrengi burada fakirlik ve yoksunluk korkularının, özgürlüğü yitirme korkusu karşısında galebe çalmasını sağlıyor.

Öte yandan Behrengi’nin hikâyelerinde hep bir buruk zafer vardır. Korku ve imkânsızlık içindeki zaferler… Bir tek öyküsü oldukça buruk biter ve yenilgiyi sonuna kadar yaşarız: Püsküllü Deve. Oldukça travmatik bir hikâyedir bu bağlamda bakıldığında. Babası ile seyyar işler yapmak üzere şehre gelen bir çocuğun oyuncak dükkanının vitrinindeki püsküllü bir deve ile kurduğu arkadaşlık anlatılır burada. Her gece türlü rüyalarda buluşup diyar diyar gezerler birlikte. Püsküllü deve, çocuğa dünyadaki adaletsiz gelir dağılımını gösterir. Bir gün aniden zengin bir çocuk ve babası gelip püsküllü deveyi satın alırlar, ağlamak ve çırpınmak fayda etmeyecektir. Püsküllü deve Latif’in bir nevi özgürlüğüdür, onun üstünde şehirdeki yoksulluğundan ve tutsaklığından kurtulur. En büyük hayali bir gün para biriktirip o deveye sahip olmaktır. Bu yıkık son, aslında Behrengi’nin vermek istediği başka bir fikirden dolayı yazılmıştır: Özgürlüğümüzü ve hayallerimizi parayla satın alınacak şeylere bağlarsak korktuğumuz başımıza gelir ve bir gün daha fazla parası olan biri gelip onları alıverir. Püsküllü deve iyi niyetlidir fakat nihayetinde sistemin içindedir.

 

Sonuç

Behrengi 1968 yılında nedeni bilinmeyen bir şekilde ölür ve biz bu hikâyelere kardeşinin yaptığı Farsça çeviriler sayesinde ulaşırız. Belki de şeftali ağacının başına gelecek olan geldi onun başına da, bilinmez ama Şah iktidarı tarafından sevilen biri olmadı. Bildiğimiz; hikâyelerinin bu coğrafyayı özleştirebildiğidir. Tutsaklık karşısındaki korkular da diğer öğelerle birlikte hikâye örgüsünün temelinde yer alır. Behrengi özgürlüğü yaşamın temel ihtiyaçları arasına koyar ve endişe duygusunu buradan yükseltir -özellikle II. Dünya Savaşı sonrası artan farkındalık ve bireysel ve toplumsal özgürleşme hareketinin nüvelerini bu hikâyelerde fazlasıyla görebiliriz-.

 

Kaynakça

Behrengi, Samed. Bir Şeftali Bin Şeftali. Çev. Deniz Canefe. İstanbul: Can Çocuk, 2016.
______________. Küçük Kara Balık. Çev. Haşim Hüsrevşahi. İstanbul: Can Çocuk, 2016.
______________. Ulduz ve Konuşan Bebek. Çev. Türkan Urmulu ve Ramin Cabbarlı. İstanbul: Kaynak Yayınları,

2015. 
______________. Ulduz ve Kargalar. Çev. İldeniz Kurtulan. İstanbul: Everest Yayınları, 2018.
______________. Pancarcı Çocuk. Çev. Mayis Alizade. İstanbul: 1001 Çiçek, 2016.

 

[1] Anksiyete aslında toplumun her daim bir parçasıydı. Tarihte korkuların edebiyata daha yoğun nüfuz ettiği zamanlardan bahsedilebilir ama toplumsal olarak çeşitli korkuların yaşanmadığı bir zamandan herhalde söz edilemez. Bu korkuların çeşitliliği ise yaşanan ve algılanan kötücüllük ile değişir. Behrengi’nin zamanında toplumları kuşatan mekansal ve fikirsel özgürlüğün yok olması endişesi, bugün nedenini asla bilmediğimiz bir şekilde ölüverme endişesine dönüşmüş durumda. 2000’lerin bunalımlı depresif günlerinin yerini endişenin aldığı bu günlerde terör ile devletler arasına sıkışmış insanlar olarak kişisel özgürlüğümüz artık yaşamsal bir eleman değil, hepimiz sadece ölmemeye uğraşıyoruz. Ebeveyn ise çocuğa aslında olmayan ama oldukça güvenli bir dünya anlatma derdinde. Bu dünyada yeni yerler keşfetmeye ve özgürlüğü savunmaya yer yok; çünkü terör karşısında güvenliğimizi sağlayan unsurlara bunları sattık biz, hep birlikte öncelik olarak ölmemeye uğraşıyoruz. Bundan dolayı Behrengi’ye artık raflarda rastlamaz olduk diye düşünüyorum. Ayrıca Behrengi’nin hikâyeleri -yer yer şiddete meyyal ve oldukça travmatik olduğundan- günümüz ebeveynini oldukça rahatsız edecektir. Sonuç olarak günümüz çocuklarının steril dünyası için karanlık hikâyeler Behrengi’nin hikâyeleri. Yine de belki birileri hâlâ küçük kara balıklarını yeni mecraya salma konusunda korkusuzca hareket ediyordur. Kim bilir…