Dosya

Sokak Çocuğu’nda Koku ve Paranın Temsilleri

Kemalettin Tuğcu’nun Sokak Çocuğu adlı kitabı Uçan At Yayınları tarafından Haziran 2020’de yayınevinin kendi tabiriyle “bozulmadan” basılmıştır. Uğur Köse tarafından resimlendirilen kitabın arka kapağında 10+ ibaresi bulunmaktadır.

Kemalettin Tuğcu’nun Sokak Çocuğu adlı kitabı Uçan At Yayınları tarafından Haziran 2020’de yayınevinin kendi tabiriyle “bozulmadan” basılmıştır. Uğur Köse tarafından resimlendirilen kitabın arka kapağında 10+ ibaresi bulunmaktadır. Ayrıca çocukların anlaması güç olabilecek kelimeler için kitabın arka kısmında bir sözlük bulunur. Bu yazıda Sokak Çocuğu kitabında “koku”nun, özellikle de pastırma kokusunun parayla ve güçle olan ilişkisini; “para”nın nerelerde geçtiğini ve neyi temsil ettiklerini inceleyeceğim.

Kitapta koku kelimesi iki defa geçmektedir. Her iki kokunun da duyulduğu anlar Yaşar’ın hayatındaki bazı dönüm noktalarına sebep olan anlardır. Bu kokulardan biri pastırma kokusu bir diğeri de ekmek kokusudur. Pastırma alım gücünün, paranın, varlığın timsaliyken; ekmek, karın tokluğunun ve yoksulluğun bir göstergesidir. Para kitap boyunca özellikle üzerinde durulan bir meseledir. Dönemin para birimi olan lira ve kuruş üzerinden adı çokça zikredilir. Yaşar’ın cebinde ne kadar olduğu, yaptığı işler karşılığında kaç para kazandığı, ne kadar bahşiş aldığı, ne kadar kira verdiği kısacası neyi ne kadara aldığı, kime ne kadar verdiği detaylı bir hesap sistemi içerisinde anlatılır. Kitap boyunca para bir güç olarak temsil edilirken, para kazanmak için -dürüstlük çerçevesinde- ne iş olursa yapmanın yüceltildiğini görürüz. Bir diğer yandan, çalışmadan ya da yanlış yollarla para kazanmaya çalışmanın ne kadar basit ve fena bir şey olduğunun altı defaatle çizilir. İyiler iyi kalmakta aşırı zorlansalar da muhakkak mükâfatını alırlarken kötülerse eninde sonunda cezalarını bulurlar.

 

Kokunun Temsilleri: Güç Göstergesi olarak Pastırma ve Kokusu

Yaşar 13 yaşında, anne babası ölmüş ve kimsesiz kalmış bir sokak çocuğudur. Anlatı, Yaşar’ın karlı bir kış gününde surların yıkık kulelerinden birinde bulunan bir odacıktan ibaret olan evine, soğuktan titreyerek, ıslanmış bir vaziyette girmesiyle başlar. Yaşar’ın üstündeki kıyafetinin inceliğinden, pespayeliğinden, ayakkabısının altına mukavvalar bağlayarak altını sağlamlaştırmaya çalışmasından onun oldukça yoksul bir çocuk olduğunu anlarız. Ayrıca Yaşar, 13 yaşında olmasına rağmen zayıf, çelimsiz, yaşından çok daha küçük görünen bir çocuk olarak tasvir edilir.

Abdullah, Yaşar’ın ailesiyle birlikte sokakta yaşadıkları için acıyıp kendi sığınağına buyur ettiği, fakat sonradan geçimini çocukları dilendirerek sağladığını anladığı kötü bir adamdır. Yaşar’dan dilenerek günde “5 lira” kazanmasını bekler (8). Oysa Yaşar, dilenmeye, emek vermeden para kazanmaya sonuna kadar karşı olan prensipli ve gururlu bir çocuktur. O yüzden zayıf ve güçsüz vücuduna rağmen hamallık yaparak para kazanır. Kazandığı parayı da Abdullah’a verir. Fakat o gün hava o kadar soğuktur ki dışarıda eşyasını taşıyabileceği kimseyi bulamayan Yaşar surlardaki evine eli boş dönmek zorunda kalmıştır. Yine aynı gün Yaşar eve geldiğinde Abdullah’ın karısı pastırma pişirmektedir. Pastırmanın kokusu odayı sarmış, açlık ve soğuk Yaşar’ın içine işlemiştir. Ancak Yaşar pastırma kokularıyla ıslak ve üşümüş olarak girdiği surlardaki evinden yine pastırma kokularıyla, açlıktan karnı guruldayarak; üstelik de merhamet edip de evine-sığınağına aldığı adam tarafından sokağa atılmıştır. Okurun zihninde Yeşilçam’ın meşhur kötüsü Erol Taş gibi canlandırabileceği Abdullah, 13 yaşındaki bir çocuğu üstünde doğru düzgün kışlık bir kıyafet olmadığı, hatta dünden beri bir şey yemediğini söylediği hâlde pastırma kokuları eşliğinde sokağa atar:

Kulenin gaz lambasıyla aydınlanan içi ılıktı. Öte yandan pastırma kokusu insanın içine işliyordu. Tahta masanın üstünde bir de küçük paket vardı. Galiba içindeki tahin helvasıydı. Yaşar kendisini çaresiz hissediyor, hıçkırarak ağlıyordu(...) Hem koşuyor hem, -Allah yok mu sanki, diyordu. Görürsün sen. İnşallah... Bak Allah nasıl yapar adamı. (9, 11)

Sonuç olarak kitapta geçen ilk koku olan pastırma kokusunu duyduğu gün Yaşar kendi evinden kovulmuş, aç, yalnız ve çaresiz bir biçimde yeniden sokaklara düşmüştür.

 

Karın Tokluğunun Göstergesi Olarak Ekmek ve Kokusu

Anlatıda geçen bir diğer koku ise ekmek kokusudur. Yaşar Abdullah’ın kovmasının ardından kendini sokakta, dondurucu soğuğun ortasında bulur. Isınmak için kaçak bir şekilde otobüse biner fakat kısa sürede oradaki yolculuğu sonlanır. Kar yağışı etkisini arttırmış, saat iyice geç olmuştur. İki gündür tek bir lokma yememiş olan Yaşar nereye gideceğini bilemeden çaresizce sokaklarda gezinirken burnuna taze ekmek kokusu gelir. “Yaşar birden durdu. İliklerine kadar soğuk işlemiş, neredeyse tüm hislerini kaybetmişti. Buna rağmen burnuna taze ekmek kokusu geliyordu.” (16) Fırının önünde öylece kalakalan Yaşar, daha evvel bir arkadaşından tezgâhın üstünden süpürülen ekmek kırıntılarının ücretsiz istenilebileceğini öğrenmiştir. Bir cesaretle içeri girer. İlk etapta kendisini dilenci sanıp ters konuşan dükkân sahipleri, aralarında geçen kısa bir diyalogdan sonra Yaşar’ın dürüst ve güvenilir bir çocuk olduğunu anlarlar. Hâline acıyıp ekmek ve çayla karnını doyururlar. Geceyi fırında geçirmesine müsaade ederler. Fırıncı adamlar yamakları hasta olduğu için birkaç gün için Yaşar’ın kendilerine yamaklık yapmasını teklif ederler, üstüne başına yeni bir takım kıyafet ve ayağına sağlam bir pabuç verirler. Fakat fırındaki bu iş ve kalacak yer sadece üç gün sürecektir. Fırıncının yamağı iyileşince emeğinin karşılığı olarak Yaşar’a “beş lira” verirler (20). Her ne kadar fırıncılar Yaşar’ın çalışkanlığından ve dürüstlüğünden çok etkilenmiş olsalar da fazladan bir çalışana daha ihtiyaç olmadığı için onu, 13 yaşındaki bir çocuğu, gidecek bir yeri olmadığını bildikleri hâlde sokağa geri bırakırlar. Yaşar kendisini yine acımasız kış şartlarında, sokağın ortasında bulur. Fakat fırıncılar Yaşar’ı gönderirken ona açık kapı bırakmışlardır: “Git oğlum, Allah yardımcın olsun. Ama başın çok sıkışırsa uğrarsın. Hatta yukarıda yatarsın. İhsan ağabeyin sana ekmek de verir,” (21). Yaşar ekmek kokusunu duyarak girdiği fırından birkaç gün kendisine yetecek kadar harçlık ve güvenini kazandığı dostlarla çıkmıştır. Hayatının çaresiz bir döneminde yine fırıncı dostlarının yardımını görecektir.

Anlatının devamında fırından ayrılan ve gidecek bir yeri olmayan Yaşar, günler boyunca gündüzlerini sokaklarda gezerek, gecelerini ise odun deposu, bozulmuş bir otobüsün içi gibi yerlerde uyuyarak geçirir. Ta ki bir gün Silivrikapı’daki surların içinde kendisine bir odacık bulana dek. Bu odacık Yaşar’a, köpeği Karabaş’a ve daha sonra bir gün sokakta dilenirken bulup evine getirdiği hayat yoldaşı Arap Selim’e yuva olacaktır. Surlara yerleştiği ilk günlerde sokakta portakal satan bir çocuk görür ve bu işten günde “iki lira” kazandığını öğrenirn (38). Daha sonra çocuğun portakal aldığı halden kasayla portakal alıp satarak geçimini sağlamaya başlar. 100 tane portakalı, 20 liraya alır ve kabzımalın tavsiyesi ile kilosunu 40 kuruştan satmaya başlar. İlk gün işleri fena gitmeyen Yaşar, kazandığı parayla kendisine sur içindeki odasında yakmak üzere mum, yemek için de ekmek, peynir ve biraz helva alır. Portakal satmaya başlayalı bir haftadan fazla olan Yaşar, o zamana kadar “yüz yirmi lira” kazanmıştır (51). Kimselere el açmadan emeklerinin karşılığını almaya başladığı için gururlu olan Yaşar geçimin yolunu nihayet bulmuştur.

Bir gün buz gibi havada portakal satarken fukara giyimli bir çocuk annesinden portakal ister, paraları olmadığı için alamayacaklarını anlayınca da götürüp iki portakal hediye eder. Kendisi aç ve açıkta olsa dahi elinde avucunda olanı muhtaç kimselerle paylaşmadan yapamayan yufka yürekli bir çocuktur Yaşar. Onun bu iyiliksever hâli devamlı olarak anlatıcı tarafından yüceltilir. Yaşar portakal satma işine başladıktan kısa bir süre sonra –kendisi kimsesiz bir sokak çocuğu olduğu hâlde- kendisinden iki yaş küçük olan başka bir sokak çocuğu olan Selim’e sahip çıkar. Onu dilencilikten kurtarır. Emeğin, alın terinin kıymetini anlatır, dilenmenin aşağılıklığını da. O zamana kadar sattığı altı kasa portakaldan kendisini geçindirmeye fazlasıyla yetecek kadar kazanan Yaşar, Selim’le ilk karşılaştığında onu yarı çıplak bir vaziyette, ağlayarak dilenirken görür, onun dilendirildiğini anlar ve onu kendisiyle gelmeye, yaşamaya ikna eder. Onu evine getirdiği ilk gece Yaşar “paraya kıyar.”(54) Ekmek, peynir, helva ve muma ilaveten biraz da “pastırma” alır (54). O geceden itibaren Yaşar Selim’e abilik yapmaya başlar. Gecenin sohbeti şöyle sonlanır:

-“Sakın bir daha dileneyim deme, dedi. O zaman darılırım sana. Elini açıp yalvarmak, para istemek çok ayıp. İkimiz beraber çalışırız, para kazanırız. Daha sonra dükkân açarız. Yastık yorgan alırız. Ben sana okuyup yazma da öğretirim. Fena mı?

-Tamam ağabey.

-Haydi artık yatalım Selim.” (59)

İki kimsesiz çocuk ve köpekleri Karabaş o günden sonra birbirlerinin ailesi olurlar, o kışı portakal satarak geçirirler. Bahar gelince limon ve kabak satarlar fakat portakaldaki kadar kâr elde edemezler. Bu sebeple başka iş arayışlarına geçerler. Yaşar bir gün çöpten paçavra toplayan birine rastlar, ondan işin detaylarını öğrenir ve bundan sonra geçimini paçavracılıktan temin etmeye başlar. Yaşar ve Selim bu işte de dikiş tuttururlar ancak bir gün çok kötü bir şey olur. Mahallenin belalısı Şirret Reşit Yaşar’dan haraç kesmeye çalışır, Yaşar vermek istemeyince ise Reşit’ten feci şekilde dayak yer. Öyle feci bir dayaktır ki bu Yaşar dört gün boyunca işe gidemez ve bu sırada ellerindeki tüm para biter, paçavracıdan alacağı vardır ama o da alacağını vermez, bu sırada paçavra topladıkları çuvalı da çaldıran çocuklar yeniden beş parasız ve işsiz bir vaziyette kendilerini sokakta bulurlar. Bu kötü hadiseden sonra, taze ekmek kokusunu takip ederek girdiği fırında, kendisine daha evvel yardım etmiş olan fırıncı İhsan ağabey ve Mustafa Efendi’nin, başın sıkışırsa gel dediğini hatırlayan Yaşar, Selim’i de alarak fırına gidip başlarından geçeni anlatır. Çocukların hâline acıyan fırıncılar onlara zeytin, “pastırma” ve sıcak ekmekten oluşan bir ziyafet çekerler (87). Fırıncı Mustafa çocukları bir başka fırıncı arkadaşından simit alıp satması için yönlendirir, Selim bir müddet de simit satarak; Yaşarsa tahta bir kutunun içine ayna, jilet, tarak, kalem gibi öteberi satarak geçimlerini sağlamaya çalışırlar. Artık birbirlerine sığınan bu iki kimsesiz sokak çocuğunun iki ayrı işi vardır. Akşamları Şehremini’de buluşup evlerine dönerler. Çocuklar iyi para kazandıkları zamanlarda ekmeğin yanına pastırmayı da katık etmeyi ihmal etmezler.

 

Alın Teriyle Kazanılan Paranın Kıymeti ve Paranın Gücü

İlerleyen zamanlarda Selim’in okula giden çocuklara gıpta ettiğini fark eden Yaşar, Selim’i okula yazdırmaya karar verir. Çok kısa bir süre içinde aç ve çaresiz bir biçimde sokağa atılan o ezik Yaşar gitmiş, yerine eli ekmek tutan, dürüstlüğü ve çalışkanlığı kendisine şiar edinmiş güçlü bir Yaşar abi gelmiştir. Okullar açılana kadar Selim’e okuma yazma ve bazı temel bilgileri öğreterek olabildiğince en yüksek sınıftan başlaması için yapılacak olan sınava hazırlar. Neticede Selim okula üçüncü sınıftan başlamaya hak kazanır. Yaşar kendisine Selim’in velisi misyonunu yükler, ona okul önlüğü diktirir ve okulda gerekecek temel malzemeleri satın alır. Okulun ilk günü Selim’i okula bırakıp eve dönerken Yaşar gururla doludur. Kendisi okuyamayacaktır ama kendisi gibi bir garibin okumasına vesile olacaktır, aklından şunlar geçer: “Büyük bir iyilik yaptığını anlıyordu. Dilenci olacak bir çocuğu kurtarmış adam etmeye çalışıyordu. Ama kendisi de anasız, babasız, kimsesiz bir çocuktu. - Eee, dedi. Allah büyüktür,” (110).

Yaşar işportacılığa Selimse sadece öğrenciliğe devam ederken aradan yıllar geçer, artık Selim on yedi yaşında bir lise talebesi iken, Yaşar 19 yaşında gürbüz bir delikanlı olmuştur. Yaşar Selim’e yemez yedirir, giymez giydirir Selim’i okutmak ve daha iyi şartlarda yaşatmak onun tek hedefi olmuştur. Hatta bu zor şartlar altında tutumluluğu sayesinde Aksaray’da iki odalı eski bir evi aylığı “yüz lira”dan kiralar (121). Kısa bir süre sonra askere giden Yaşar, giderken Selim’e yüklü bir miktar harçlık bırakarak tutumlu olmasını öğütler. Askerlikte şoförlüğü öğrenir ve iyice ilerletir. Bir generalin gözüne girmeyi başararak onun özel şoförü olur hatta kendisine bir de aylık bağlanır. Yaşar evine döndüğünden yirmi üç yaşında, Selimse yirmi bir yaşında tıp fakültesi ikinci sınıf öğrencisidir. Yaşar generalin referansıyla “üç yüz lira” aylık karşılığında zengin bir iş adamının şoförlüğüne başlar (126). Patronu Yaşar’ın çalışkan ve dürüst karakterinden o kadar etkilenir ki birinci ayın sonunda onu takdir ederek maaşına “elli lira” zam yaparken ona şu sözleri söyler: “Ben çok şoför denedim. Çoğu hırsız, edepsiz çıktı. İyilerinin de bilgisi yoktu. Sen hakikaten temkinli, ağırbaşlı ve bilgili bir gençsin. Sana elli lira fazla vereceğim.” (127) Ayrıca Yaşar tüccar patronun aile fertlerini gece gezmelerinde taşıyıp bu gezmelerden ilave olarak bahşiş de alır. Böylece Yaşar “üç bin lira” kadar birikim yapmış olur ve ilk fırsatta kendisine bir araba alarak taksitle araba sahibi olur (131). Sabahları ekstradan taksiye çıkar ve fazladan kazanmaya başlar. Zamanla işleri iyice yolunda gitmeye başladığı için Aksaray’daki evi satın alır. Sıfırdan buralara kadar gelmesi hemen anlatıcı tarafından övülür: “Yaşar muvaffak olmaya, ilerlemeye başlamıştı. İyi kalbinin, doğruluğunun mükâfatıydı bu” (132).  Talih artık Yaşar’ın yüzüne gülmüştür: Aksaray’daki evinin arsasına apartman yapmak için talip olan müteahhit “elli bin lira” para teklif eder. Arsayı müteahhite veren Yaşar, evini yıktırıp yerine yenisini yaptırır. Artık yirmi altı yaşına gelmiş ve “Yaşar Bey” olmuştur. Fazladan bir araba daha alıp altında şoför çalıştıran bir patrondur artık (133).

Yaşar işe çıktığı bir gün yolda kalmış olan bir ihtiyar ve genç torunu Mübeccel’i para almadan gidecekleri yeri bırakır. Yol boyunca ettikleri sohbette ihtiyarın bir sedef ustası olduğunu, işlerin eskisi gibi gitmediğini, oğlunun vefatından sonra ev geçindirme işinin tamamen kendisinde olduğunu ve maddi olarak büyük bir açmaz içinde olduğunu öğrenir. Yaşar, ihtiyarı yalnızca evine bırakmakla kalmaz ayrıca onun levhalarından birisini “yüz liraya” satın alır (136). Bu olay aralarında başlayacak dostluğun ve akrabalığın ilk adımı olmuştur. Bir müddet sonra Yaşar, Mübeccel’e talip olur, nişanlanırlar. Nişanlandıkları günden itibaren Yaşar Mübeccel’e ve aileye devamlı olarak maddi yardımlarda bulunur. İki nişanlı genç gezintiye çıktıkları bir gün Yaşar Mübeccel’e sokak çocuğu geçmişini anlatır ve surlardaki odasını gösterir. Aynı günlerde Mübeccel Yaşar’dan gelen maddi desteklerle giyimini kuşamını düzelttiği ve güzelliği ortaya çıktığı için konu komşudan talipleri artmaya başlar. Mübeccel’i kendi oğullarıyla evlendirmek isteyen kıskanç komşular Yaşar’ın geçmiş yaşamına dair olup olmadık iftiralar atarak nişanın bozulmasına sebep olurlar. İhtiyar sedefçi nişanı bozmaya en çok da Yaşar kendileri için bir dolu masrafa girdiğinden dolayı çekinir. Bu kısımda anlatıcı zor durumdakilere maddi yardım yapmanın önemi kısmını oldukça abartır. Nişanı bozduklarına dair kendisine gelen mektubu okuduktan sonra Selim’in ilk tepkisi de: “Bu zamana kadar yapmadık masraf bırakmadın. Kızı alıp, gezdirdin. Hediyeler, elbiseler, paralar...” (153) şeklinde olur. Daha sonra Selim’in çalıştığı hastanede abisinin bir şoför olmasından utandığı için onu bir “tüccar” olarak tanıttığını öğrenen Yaşar olanlar karşısında iyice yıkılır. Kendisine en çok dokunan husus ise Selim’i dilencilikten kurtarıp emek harcayıp para sarf etmesi ve nişanlısını rahat yaşatmak için elinden gelen maddiyatı esirgememesidir. En sonunda alıp başını uzak yerlere gidip bir süre için ortadan kaybolan Yaşar’ın dönüş yeri yıllarını geçirdiği kale odası olur. İçindeki öfkeyi kale duvarlarına haykırarak kusar:

Sersemler! Canınız nasıl isterse! Ben bir sokak çocuğuyum. Ben viranelerde dolaştım. Paçavralar (...) toplayıp sattım. Ama dilenmedim ve kimseye elimi açmadım. Ben bu şehrin, bu sokakların çocuğuyum (...)Titreyen ellerimi ovuşturarak, rüzgârlara cılız sırtımı çevirerek ekmek parası peşinde koştum. Canınız nasıl isterse! (169)

 Bu kısım Yaşar’ın başından geçen tüm zorluklara rağmen, alın teriyle, emek vererek, hiçbir koşulda doğruluktan şaşmadan nasıl da kahramanca bir hayat sürdüğünün yüceltildiği belki de en güçlü andır. Hikâye, hata yaptıklarını anlayan Selim, sedefçi ve Mübeccel’in Yaşar’ı kale odasında bulmaları, kendilerini affettirmeleri ve nişanlıların kavuşmalarıyla mutlu bir şekilde sonlanır. İyiler yine kazanmıştır.

 

Sonuç

Anlatı, kimseye el açmadan, alnının teriyle rızkını kazanmak, her ne şartta olursa olsun asla kimseden karşılıksız yardım kabul etmemek, emeğin önemi, kötülerin muhakkak cezasını bulacağı ve iyi kalpli olup doğruluktan şaşmayanlarınsa mutlaka bir gün mükâfatını bulacağına dair inanç, kuvvetli bir Allah inancı ve Allah’ın adaletinin elbet bir gün yerini bulacağına dair güven gibi konular etrafında döner. Tüm bu konuların okuyucuya tesirini arttırmak için anlatıcının parmağını, kaşlarını çatarak defalarca havada sallandığına şahit oluruz.

Kendi başına, soğuk ve acımasız sokaklarda var olma mücadelesi veren Yaşar, öfke dolu bir suçluya dönüşmeyi veya işin kolayına kaçan bir dilenci olmayı aklının ucundan bile geçirmez. Yaşar 13 yaşında, fakir ama gururlu bir şekilde çıktığı bu zorlu büyüme serüveninden dürüstlüğü, çalışkanlığı ve tutumluluğu sayesinde alnının akıyla çıkmıştır. Üstelik bir de kendisiyle aynı durumdaki bir siyahi çocuğun okuma masraflarını üstlenmiş onun doktor olmasını sağlamıştır. Başına türlü kötülükler gelmesine rağmen sonuna kadar insan sevgisiyle dolu olmayı başarabilmiş, vermeyi bilen, korkusuz, dürüst, çalışkan idealist bir karakterdir.

Anlatıda koku iki yerde geçmektedir ve bu iki koku Yaşar’ın hayatında belirleyici roller oynamıştır. Birincisi varlığın, gücün timsali olan pastırma kokusudur. Yaşar’ın biraz fazla para kazanır kazanmaz ilk aldığı, mutlu anlarda sevdiklerine ikram ettiği ve kendisine ikram edilen yiyecek de pastırmadır. Anlatıda geçen ikinci koku ise ekmek kokusudur. Ekmek kokusu ve sıcak ekmek de yoksulluğun, açlığın kokusu olarak temsil edilmiştir. Yaşar sokakta, beş parasız ve aç kaldığı bir sırada taze ekmek kokusunu takip ederek kendisini fırında bulur. En yoksul anlarında fırına girince kendisine ekmek verilir, biraz para kazanınca yanına peynir ve helva katarak yediği yiyecek yine ekmek olmuştur.

Anlatıda para maddi gücün bir sembolüyken, para kazanmak, para biriktirmek ve yardıma muhtaç kimselere maddi yardımda bulunmaksa ideal iyilik davranışları olarak yüceltilmiştir. Öte yandan, müsriflik, cimrilik, emek vermeden başkalarına el açmak, çalmak yerilmiş; anlatıcı tarafından açıkça kınanmıştır.

 

Kaynakça

Tuğcu, Kemallettin. Sokak Çocuğu. Uçan At Yayınları, Haziran 2020.