Soruşturma

"Futbolun kendisinden kaynaklanan negatif bir özü olduğunu düşünmüyorum"

Futbol, çok basit ve çok sürprizli, bu nedenle de şahane bir oyun. Aynı zamanda, kendi iç âlemi olan bir “alt-kültür.” Aynı zamanda bir sosyalleşme ortamı, cemaat kurucu bir gücü var...

Popüler kültür bağlamında alımlandığı için üzerine çok çalışılmayan bir konu olsa da futbolun çocuk yazınında azımsanamayacak bir yeri var. Akran zorbalığına dikkat çeken ve arkadaşlığı pekiştiren bir oyun olarak futbol; ötekine saygı, centilmenlik, iş birliği gibi kavramlarının işlendiği, kaybetmeye dayalı olarak öfke ve üzüntü duygusuyla baş edebilme becerisinin geliştirildiği bir temsil alanı olarak futbol; tarihsel bir olayın aktarımında araçsallaştırılan futbol… Hatta çocuk okura rol model sunma motivasyonuyla şekillenen biyografik futbol yazını örneklerinden de söz etmek mümkün. Bu nedenle Çocuk Yazını yeni dosyasında “Futbol” konusuna odaklanıyor. Sizin çeşitli gazete ve dergilerde, bilhassa İletişim Yayınları’nda futbol üzerine düşünmeyi önemsediğinizi, futbolu farklı okuma pratiklerine açtığınızı, futbolun imkânlarını mesele edindiğinizi düşünüyoruz. Öncelikle şöyle soralım futbol sizce nedir?

Futbol, çok basit ve çok sürprizli, bu nedenle de şahane bir oyun. Aynı zamanda, kendi iç âlemi olan bir “alt-kültür.” Aynı zamanda bir sosyalleşme ortamı, cemaat kurucu bir gücü var... Aynı zamanda bir mikrokozmos; “büyük” toplumu farklı açılarından görmeye yarayan özel bir mercek.

 

Futbola dair birbirine zıt yaklaşımlar da mümkün. Bazı çevrelerin yorumlarına göre futbol, erkeklikle içli dışlı ve kötücüllüğü besleyen, vandallık kültürüyle ilişkilendirilen bir yerde alımlanırken, bazı yorumlarda bu durumun aslında futbolun haddi zatında kendiliğinden değil de işlenişinden kaynaklandığı yönünde. Birinci soruyla da ilişkili olarak siz bu noktada futbolun kendi potansiyeline bakınca ne görüyorsunuz? Felsefi bir bakışla futbolun kendinden kaynaklı negatif bir özü söz konusu olabilir mi?

Futbolun kendisinden kaynaklanan negatif bir özü olduğunu düşünmüyorum. Futbolun erkek egemenliğini, homofobiyi, tahakküm hazzını, ötekileştirmeyi tahrik ve teşvik eden yanları, onun içine yerleştiği toplumsal-kültürel anlamlandırma çerçevesiyle ilişkili. Tabii şunu da göz ardı etmeden: Futbol, bir toplumsal-kültürel yapı olarak, -o yanıyla-, bu anlamlandırma çerçevesinin yeniden üretimine pekâlâ bir etken olarak kendi “özel” katkısını da verebiliyor. Egemen çerçeve de budur, doğru. Fakat bu anlamlandırma çerçevesinin değişmesi de pekâlâ mümkün, bunun örneklerini de görebiliyoruz. Maço olmayan bir taraftar ortamı oluşabiliyor, neşesini kaybetmeyen, aşağılayıcı olmayan, adaletli bir futbol yorumculuğunun ve hikâyeciliğinin örneklerini görebiliyoruz. Yani yine futbol ortamı, egemen zihniyetin iktidar yapılarını sorgulayan, onu tiye alan bir ortama dönüşebilir ve dönüşebiliyor.

 

Son yıllarda Çocuk Yazını olarak çocuk okur için yazılmış telif ve çeviri eserlerde futbolu konu edinen metinlerde de bir artış yaşandığını gözlemledik. İletişim Yayınları’nın çocuk okur kitaplığında da bu konuda yayımlanmış eserler var, Futbol Rüyası, Felaket Henry’nin Futbol Tutkusu gibi. Sizce popüler kültürün bu yayıncılık tercihlerinde nasıl bir etkisi oldu? Çocuk yazını bağlamında futbol kitapları üretimi ve okur beklentisine dair gözlemleriniz nelerdir? Bir futbol okuru olarak sizin de okuduğunuz futbol konulu bir çocuk kitabı oldu mu?

Çocuk kitabı sayılabilir mi emin değilim, Paul Watson’un Ayağa Oyna Pohnpei’sini okudum, Domingo’dan, Murat Sağlam çevirisi. Bir de, Mal Peet’in Tudem’den çıkan File Bekçisi ve Penaltı kitaplarını aldım, ikisi de Arif Cem Ünver çevirisi, okumak üzere bekliyor. Bu konudaki beklenti ve yankılara dair bir gözlemim yok. Popüler kültür endüstrisinde futbolun kapladığı yerin muazzam artmasının, elbette bu yayıncılık tercihlerine etkisi olmuştur. Fakat futbol kitabı okuyanlar, futbol meraklısı kitlesi, daha çok da “taraftar” kitlesi içinde küçük bir azınlık. Dilerim çocuklara hitap eden kitapların, bu azınlığı büyütmeye bir katkısı olsun.

 

Futbolcu biyografileri odağında düşünürsek, futbolcuların çocuklukları çocuk okur için ne söyler? Yaptığınız araştırmalarda gazete ve dergilerde çocuk futbolculara ya da futbolcuların çocukluklarına dair karşılaştığınız ilginç anekdotlar oldu mu? Sizce futbol ve futbolcuların en çok hangi özelliği bu anlatılarda temsil ediliyor, ön plana çıkarılıyor?

Futbolcu biyografisi fazla okumadım. Daha çok “kulüp biyografisi” okudum, hem de çok okudum, onları çok seviyorum! Çocuklukla ilgili anlattıklarından da aklımda fazla bir şey kalmamış. Doğrusu, o kitaplarda çocuklukla ilgili anlatılanlara da fazla güvenmem, çünkü futbolcu biyografileri genellikle “kahramanın hikâyesi” havasında yazılıyor, fazla romantize edici… Biyografi değil de otobiyografiden bahsedersek, Türkiye’de benim bildiğim bir tek futbolcu otobiyografisi yazıldı, en azından belirli bir içtenlik, belirli bir refleksiyon taşıyan tek bir otobiyografi var: Tümer Metin’in Metin Olmak adlı kitabı, Doğan Kitap’tan 2013’te çıktı. 185 sayfalık kitabın 13 sayfası çocukluğu hakkındadır ve gayet zevklidir. Şu cümlenin altını çizeyim: “Çocukken hep arta kalan zamanlarda oynadığım futbolun ileride sadece kendinden arta kalan zamanlarda bir şeyler yapmama izin vereceğini bilmeden…”

 

Bu sayımızda Kaptan Tsubasa çizgi filmi ile ilgili bir inceleme yazısı var. Orada yazarın sorduğu şöyle bir soru mevcut, çizgi film serisinde futbol olumlu bir şekilde yer alıyor, kazanmak da kaybetmek de çocukların gelişimlerini zedelemiyor, aksine iki durumda da hep iyi yönde destekliyor. Peki gerçek hayatta böyle mi, futbol oynayarak büyümenin, bir alan olarak futbol kurumunun çocukların kişilik gelişimleri için olumlu bir etkisinden söz edebilir miyiz?

Kaptan Tsubasa’nın bir kuşağı nasıl etkilediğini çok iyi biliyorum. Benden epey küçük bir kuşak, onun için daha çok dolaylı biliyorum…

Futbol oynayarak büyümenin çocuk gelişimine en önemli etkisinin, standart bir cevap olacak, takım duygusuyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Takımdaşlığı, yardımlaşmayı, dayanışmayı öğretebilir. Yenilgiyi hazmetmeyi, çökmemeyi, asabileşip oraya buraya saldırmadan sineye çekip “rövanşa” hazırlanmayı öğretebilir. Böyle terbiyeler verebildiğine dair örnekler biliyorum. Fakat otomatik ve garantili şeyler değil bunlar. Futbol oynama deneyimi tek başına karakter inşa etmez, edemez. Daha çok, oluşum hâlindeki karakterde saklı kimi yatkınlıkları teşvik edebilir.

 

Yine bu sayımızda yer alan yazılardan birinde, yazarının kendi tez çalışmasından hareketle, İstanbul’daki futbol sahalarının 1880 yılından günümüze değin zamanla azaldığının ve çocukların bu imkân ve tanışıklık yoksunluğundan ötürü Türkiye’de futbolun kalitesinin ve heyecanının eksiltildiğinden bahsediliyor. Bu konuda yerel yönetim politikalarının ve şehir planlamasının da etkisinden söz etmek mümkün. Sizin bu konuda bir gözleminiz var mı? Dikey müdahalelerin etkisinde dönüşen şehrin yaşam pratiği çocuk özne için futbol odağında nasıl bir değişime uğramıştır?

Futbol kalitesinin düştüğünü söyleyebilir miyiz, emin değilim. Zira buna karşılık altyapı çalışmalarında da bir gelişme oldu; arsada, sokakta öğrenilebilecekler kayboldu ama buna karşılık “bilimsel” futbol öğretiminden öğrenilebilecekler geldi. Mesela taktik bilgisi bakımından, sanırım yeni kuşakların formasyonu daha iyidir. Buna karşılık, doğaçlama kabiliyetleri bakımından, eski kuşakların, yani arsa kuşaklarının formasyonu daha iyidir. İkisi farklı bilgi ve görgülerdir, birinde olup öbüründe olmayanlar var, tabii bu ayrıca tartışılabilir. Tabii bir de biliyorsunuz özellikle “Z kuşağı” sohbetleri etrafında çok konuşulan, yeni (en yeni!) kuşakların ziyadesiyle bencil, ben-merkezci olduğu, ortak davranmaya, her türlü “-daş”lığa uzak olduğuna dair spekülasyonlar var. Bunları ihtiyatla karşılıyorum. Biraz bekleyip görmek lazım, tarih biraz daha aksın hele!

 

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak sokak aralarında kalan küçük arsalarda mahalle maçlarının yapıldığı, kutu kola şişesinin ezilerek top hâline getirilip futbol oynandığı zamanlardan, sadece sokak futbolunun değil saha futbolunun da fiziki olarak daha az deneyimlenebildiği zamanlara geçtik de diyebiliriz. Hatırlarsanız 90’lı ve 2000’li yıllarda taso, futbol kartları gibi revaçta olan oyunlar da vardı. Belki biraz nostaljik bir soru olacak ama kıran kırana maçların yapıldığı sokak arası sahaların da kalmaması gibi bu tip oyunlar da günümüzde pek kalmadı. Dijital kültürün ve playstation teknolojisinin etkisiyle futbol ekranlarda oynanan, deneyimlenen bir sektör hâline geldi. Sizce bu değişim nasıl okunabilir? Çocuk okurun futbolla kurduğu ilişkide nasıl bir farklılık gözlemliyorsunuz?

Data düşkünlüğü arttı, görebildiğim kadarıyla.  Data düşkünlüğü içinde, futbolcuların seviyesini veya “değerini” belirleyen rakamlamalar var, “ederi” de dahil tabii… Eh, bu bakımdan bir devamlılık da var. En eski futbolcu kartlarında da neticede böyle değer skalaları vardı. Galiba devamlılık unsuru olarak özellikle bu var: Bir rakamla veya rakam setleriyle futbolculara değer biçmek, onları bir hiyerarşi içinde sıraya koymak, öbeklemek. Bu oyunlar bunu teşvik ediyor.

Dijital oyunlar bir tatminsizliği de beraberinde getirebiliyor sanıyorum. “Canlı” futbol yavan kaçabiliyor veya, dijital oyunun gerçekliği öylesine asal hâle gelebiliyor ki, “canlı” bir pozisyonu, playstation oynarken “yaptığı” bir numaraya benzetebiliyor “çocuklar,” bundan ötürü heyecana kapılabiliyorlar; yani playstationdaki bir hamle, bir hareket, bir oyun şeması, gerçek-canlı oyundakinin referansı gibi konuşulabiliyor.

 

Taraftar gruplarının parçası olmak da genellikle çocukluk yıllarından başlayan bir aidiyetlik kurma meselesi. Sizin taraftarlık tecrübeniz ne zaman başladı ve nasıl gelişti? Bir çocuk için taraftar olmak ne gibi anlamlara gelebilir?

Ben 8 yaşlarımda, babamdan dolayı taraftar oldum, ona özenerek, onun telkinlerine “kanarak”…! Onun anlattığı Galatasaray efsanelerine hayranlıkla kulak vererek; işte, Metin Oktay’ın, Turgay Şeren’in kimselere benzemezliklerini dinleyerek… Çocuklukta taraftarlık, babayla beraber bir şey yapmanın, onunla baba-oğuldan ötürü eşitçe bir ilişki de kurmanın bir yolu oluyor. Aynı zamanda babaya da babalık yapma, bir şey öğretme, yol çizme, ustalık etme zevkini veriyor; oğula da babanın himayesini görme, yol göstericiliğinden yararlanma güvenini veriyor. Her ikisi birden.

Çocukluktan çıkınca değil ama ilk gençlikten çıkınca, 20’lerimin sonlarında ben Gençlerbirlikli oldum, Galatasaray’ı bıraktım. Babamı birkaç yıl önce kaybetmiştik, eminim çok bozulacağı bu olayı göremedi. Ben de zaten “babaya isyan” saikiyle Galatasaray’ı bırakıp başka taraftarlığa geçmiş değilim, onun ayrı hikâyesi var, “Nasıl Gençlerli oldum?” adlı yazıda uzun uzun anlattım (Takımdan Ayrı Düz Koşu adlı derlememde yer alıyor).

 

Son olarak futbolun tarihselliğinde çocuk özneye bir kurum olarak futbol ne vaat ediyor? Futbol politikalarının değişiminin futbol kulüplerinin alt yapısına etkisi nedir/ne olabilir?

Tekrarlayayım: Zevkli bir oyun ve bir cemaat vaat eder. Dünyayı unutarak saatlerce oynayabileceğin, içinde kaybolacağın bir oyun… Ve bir topluluğun bir parçası olma, hem yaşıtlarınla hem koca koca adamlarla (kadınlardan çok, adamlarla, ama kadınlarla da) kendini “bir ve beraber” hissetme…

 

Katılımınız ve katkılarınız için teşekkür ederiz.

 

Ben teşekkür ederim, bunları düşünmeye fırsat verdiniz.