Dosya

Psikolojik ve Fiziksel İstismarın Bir örneği olarak Buz Bebekler

Buz Bebekler, çocuk kitapları ve radyo tiyatroları ile tanınan yazar Miyase Sertbarut’un 2014 yılında yayımlanan öykü kitabıdır. Kitap on üç yaşındaki bir genç kızın, Ece’nin günlüğüdür.

Buz Bebekler, çocuk kitapları ve radyo tiyatroları ile tanınan yazar Miyase Sertbarut’un 2014 yılında yayımlanan öykü kitabıdır. Kitap on üç yaşındaki bir genç kızın, Ece’nin günlüğüdür. Ece, doğduktan kısa bir süre sonra bir apartmanın giriş katına terk edilmiş bir bebektir. Onu bulan apartman sakinin kendisini polise teslim etmesiyle yetiştirme yurdundaki hayatı başlar. Ece de yurt görevlilerinden birisinin doğum gününde hediye ettiği deftere anılarını, zihninden geçenleri, cevabını aradığı soruları, anlam veremediği düzeni yazmaya koyulur. Küçükken dili dönmediği için nilüfer yerine lülüfer dediği çiçeğin hatırına günlüğüne de “Lülüfer” adını verir. Nilüfer çiçekleri Ece için, hayat, neşe, çamur, korku, güzellik, anne, sığınma gibi pek çok şeyin bir sembolü gibidir. Yurtta ne zaman canı bir şeye sıkılsa, ne zaman uzaklaşmak istese arka bahçedeki nilüfer havuzuna koşar, içini ona açar. Hayatını yazdığı deftere de Lülüfer adını vermesi bu bakımdan anlamlıdır. Yazma eylemi Ece’nin hayata karşı savunma biçimi hâline gelmeye başlar. Ece’nin günlüğünde çeşitli sebeplerden yurda bırakılmış ailesiz çocuklar, pedofili öğretmenler, makam sevdalısı yöneticiler, istismara uğrayan çocuklar gibi oldukça hassas konulara yer verdiği görülür. Bu hassas konular, Ece’nin ve yetiştirme yurdundaki diğer çocukların da gerçekliğidir. Bu yazıda Ece’nin günlüğünde bahsedilen çocuk istismarının farklı boyutları olan aile içi ve dışarıdan gelen istismar ve toplumun bu duruma tepkisi ele alınacak ve bu durumların çocuklar üzerinde bıraktığı etkiler incelenecektir.

Metnin yoğunlaştığı konu cinsel istismardır. Çeşitli boyutları olan bu durumun iki yönüne yer verilir metinde: Yabancıdan gelen istismar ve aile içi istismar. Her ne şekilde gerçekleşiyor olursa olsun oldukça hassas olan ve özür kabul etmeyen bu konuda toplumun nasıl konum aldığı metin tarafından gösterilmiştir. Cinsel istismara maruz kalan çocuklarda olayı anımsatan nesnelere karşı yoğun psikolojik sıkıntı, olayı anımsatan kişiler, görüntüler ve konuşmalardan kaçınmayla karşılaşılabilir (Kılıç, 2004; aktaran Ovayolu vd. 19). Bu kaçınma tepkisi Ece’nin günlüğünde yer alan ilk istismar hikayesinin ait olduğu Fidan’da görülür. Fidan, yetiştirme yurduna bir yıl önce gelmiş bir çocuktur. Babası yoktur, annesi ise bir süredir Fidan’ın dedesi ile yaşamaktadır. İşe başladığında ona bakacak kimse olmadığı için Fidan’ı yetiştirme yurduna bırakırlar ve arada bir gelip onu ziyaret ederler. Zaman zaman da Fidan’ın dedesi gelip onu evci olarak yurttan çıkarır. Ece’nin, Fidan’ın hikâyesini günlüğüne yazması ise bir 29 Ekim kutlamaları sonrasında olur. Cumhuriyet Bayramı olduğu için yurdun her yeri süslenir, bahçeye ve koridorlara bayraklar, rengarenk el şeklinde balonlar asılır. Balonların koridorlara asıldığı gece Fidan korkudan uyuyamaz ve gizlice bütün balonları patlatır. Sabah olay ortaya çıkar ve Fidan “müdür baba”nın odasına götürülür. Müdürün yanında psikologla konuşan Fidan “Dedemin ellerine benziyordu” der ve ekler “Dedem ayıp yerlerime dokunuyordu” (51). Fidan’ın başına gelenleri anlatmasından sonra yurt müdürü bütün balonları toplatır ve bir süre sonra da Fidan’ı başka bir yurda sevk eder. Bunun dışında hiçbir resmî işleme başvurmaz ve polise gidip dede hakkında soruşturma başlatmaz. Dava açıp açmadığı sorulduğunda ise “Olayı büyütmeye gerek yok, annesini çağırıp konuştuk” der ve ekler “dava açacaksa onun işi (…) bizim sorunumuz değil” (86). Olayın büyüyüp duyulmasından korkan yurt müdürü “Düzenimiz bozulmasın” söylemleri ile olayı kendince halleder. Tüm bu olup bitenler Ece’nin gözünden metinde aktarılır. Dolayısıyla okur olayın bütün yönlerini öğrenemez. Fidan’ın başına gelenleri bilir fakat ne hissettiği, gittiği yurtta nasıl bir hayatı olduğu, dedesinin hâlâ onu görmeye gelip gelmediği bilgisine ulaşamaz fakat bu istismar vakasının Ece’yi nasıl etkilediği Ece’nin şu sözleri ile verilir: “Ah Lülüfer, hani hep ailem olsun, ailem olsun diye hayal kuruyorum ya… ya böyle bir cehennemi yaşıyor olsam o ailede? Hangisi iyi okşama, hangisi kötü anlayamayacak olsam. Kötü olduğunu anladığımda kaçamayacak olsam” (52). Hep bir ailesi olsun isteyen Ece, istismarın yaşandığı aileleri cehennem olarak tanımlamaktadır. Ece, yurt müdürünün hiçbir yasal işlem başlatmadığını öğrendiğinde ise içindeki öfkeyi bastıramaz ve günlüğüne şunları yazar: “Lanet olsun Lülüfer! O dedenin bütün camları kırılsın, bu müdürün koltuğu devrilsin, odasındaki televizyon patlasın… yer yarılsın Lülüfer! Yer yarılsın ve bu adamlar dibini görmedikleri uçurumlara düşüp parçalansın.” (86). Bu satırlar Ece’nin, istismar vakasına olan öfkeli tepkisini açıkça göstermektedir. Öfke tepkileri, zayıf dürtü kontrolü, karşı olma, karşı gelme bozukluğu cinsel istismara uğrayan çocuklarda gözlenebilmektedir (Taner ve Bahar, 2004; aktaran Ovayolu vd. 19). Ece, istismara maruz kalan taraf olmasa da olaydan etkilenmiştir.

Metinde anlatılan bir diğer istismar ise bir yabancı tarafından gerçekleştirilir. Her ne kadar çocuklara yabancı olmasa da aile içi olmadığından dış kaynaklı bir cinsel istismardır bu. Haftanın belli günlerinde basketbol eğitimi için yurda gelen Sadun Hoca, bir okulda çalışan beden eğitimi öğretmenidir ve yurttaki çocukların neredeyse hepsi tarafından sevilir. Antrenmanlar sırasında çocuklarla yakından ilgilenir, özellikle kız çocuklarına karşı aşırı bir ilgi gösterir ve onlara iltifatlar eder. Onları her sabah farklı bir çizgi film karakterine benzetir. Bu iltifatlar Ece’nin günlüğüne şu sözlerle yansır: “ ‘Günaydın şirinler’ Şimdi de Şirin olduk. Çizgi film karakterleri. Şirinler, Külkedileri, Uyuyan Güzeller, Pamuk Prensesler…” (74) Kendi görev tanımı içinde yer almasa da “ Bu iki kız kardeş benimle sinemaya gelir mi acaba?” (74) gibi tekliflerle zaman zaman çocukları yurdun dışına çıkarmayı teklif eder. Antrenmanlar dışında da onlarla vakit geçirerek hayranlıklarını kazanmayı başarır. Ece’nin basketbola olan ilgisini fark eder ve ona yakınlaşmak için bunu kullanır. Ece’yi takım kaptanı yapan Sadun Hoca’nın ilgisi aralarında geçen şu diyaloglardan açıkça görülür: “Gösterdiği yere, yanına oturdum. Elini omzuma attı. … Gülümsedi. Saçlarımı okşadı. “ ‘Bu güzellik oradan geliyor demek ki.’ ” (37). Okur, olup biteni kahraman-anlatıcının gözüyle gördüğü için bu aşamaya kadar Sadun Hoca’nın niyetinin ne olduğunu açık açık okuyamaz. Ece ne kadar görüyorsa, ne kadar hissediyorsa okura da o kadarı iletilir. Yine de anlatıda okuru rahatsız eden bir şeyler olduğu göze çarpar. Bu rahatsızlık hissi, bir başka karakter üzerinden metne sızar. Ece’ye karşı ilgisi olan Cem, onu Sadun Hoca konusunda sık sık uyarır. “‘Bak Ece, o adam…’ Küfredecek gibiydi sesi, sonra ne düşündüyse vazgeçti. ‘O adam züppenin teki. Bizim yurtta pis pis dedikodusu var.’” (33) diyerek rahatsızlığını dile getirir, kendisini rahatsız eden şeyleri açıkça söylemez fakat okur bunun ne olduğunu anlar. Bir gün Ece, Sadun Hoca’yı nilüfer havuzuna götürür. Havuzun başında Sadun Hoca:

“Ben çıplak fotoğraf çekiyorum Ece. Bak sakın yanlış anlama, bunlar erotik resimler değil, sanat fotoğrafı. Hani müzelerde çıplak heykeller görüyorsun ya, onlar da tahrik etmek için yapılmamışlar, benim fotoğraflarım da öyle. Senin vücudun da o heykeller gibi güzel. Eğer bu seni utandırırsa yüzünü kapatabilirim. Ya da sırtın dönük de çekebilirim. Evimde bir odayı fotoğraf stüdyosuna dönüştürdüm. Bana poz verir misin? “(48).

der. Ece ters giden bir şeyler olduğunu sezer. Bu kaygısını da “Bütün bunları hızla söyledi, telaş içinde, sanki bir şeyden korkuyormuş gibi” (48) diyerek dile getirir.  Orada yaşadıkları okura her şeyi anlatır fakat kahraman-anlatıcı hâlâ ne olup bittiğini tam olarak bilmez. İlerleyen bölümlerde Sadun Hoca, Ece ile birlikte beş yaşındaki Aybike’yi evine davet eder. Yurda döndüklerinde Aybike ağlayarak “Beni öptü” der “Pis o! Fotoğrafımı çekti. Çıplak çekti, külotumu bile çıkardı. Ben bu sarı etekle olsun istemiştim. Bak fırfırları var ne güzel.” (120).  Artık okur da kahraman-anlatıcı da Sadun Hoca’nın pedofili olduğunu öğrenmiştir.

Bunun açığa çıkması üzerine Sadun Hoca hakkında işlem başlatılır ve yurda teftişe müfettişler gelir. Bu süreçte yurt yönetiminin takındığı tavırlar da toplumun bu tip olaylara genelde nasıl tepki verdiğini örneklenir. Yurt müdürü, çocukların deyişiyle “Müdür Baba”, Ece’ye öfkelenir. Onu olay çıkartmakla, ortalığı karıştırmakla suçlar. “Yer yerinden oynayacak. Akşam televizyon haberlerine çıkaracaklar bizi, rezil olacağız, hepimiz rezil olacağız” (144) diyerek çekingen tavrını bir kez daha ortaya koyar. Ona göre yapılacak şey olayı örtbas edip duyulmasını engellemektir. Böylece yurdun adı çıkmamış, kendisi hakkında da soruşturma başlatılmamış olacaktır. Gerçeğin ortaya çıkmasıyla öfkelenen bir diğer kişi de yurtta çalışan ve Sadun Hoca’yla nişanlı olan Feray Hanım’dır. Ece’yi yalancılıkla suçlayıp böyle bir şeyin yaşandığına inanmak istemez. Feray Hanım Ece’nin üstüne yürüyerek şunları söyler: 

Nankör! Ne istedin nişanlımdan? … Hayatımı mahvettiniz hayatımı! Her şey ortaya çıkacak, yakında serbest kalır, görürsün o zaman hayat mahvetmek neymiş! Yanı“na kalır mı sanıyorsun?’ kollarımdan mengene gibi tuttu. Havuza atacak sandım. ‘Polise gidip her şeyin yalan olduğunu söyleyeceksin! (140-141).

Ece, bu duruma karşı yine öfkeli ve hırçın bir tepki verir:

Biz niye rezil oluyoruz Lülüfer? Onlar rezil, işin üzerini örtmeye çalışan Müdür rezil, Sadun Hoca rezil, çocukları düşünmeden nişanlısını savunan Feray Hanım rezil… Biz değiliz, değiliz! (144).

Cinsel istismar vakası karşısında olması gerekeni yapıp resmi işlemlere başlamaktan çekinen yurt müdürü toplumda böyle durumlar karşısında sessiz kalmayı, görmezden gelmeyi, dile getirilmezse yaşanmamış gibi olacağını düşünen kimseleri temsil eder bir anlamda. Dedikodu ve rezil olma kaygısı ile geri çekilen insanlar Ece’yi sinirlendirir. Feray Hanım ise olayı kabullenemeyen bir tavır sergiler. Ece’yi tehdit ederek sorunu ortadan kaldırabileceğine inanır. Fakat bunların hiçbirisi ne sorunu ortadan kaldırır ne de çözer. Cinsel istismara maruz kalan çocuklarda ortaya çıkabilen aşırı öfke, sürekli sinirli olma hali ve hırçın tavırlar Ece’de de görülmektedir. Her ne kadar Ece, doğrudan cinsel istismara maruz kalmasa da maruz kalan çocukların vereceği tepkiler onun tepkileri üzerinden gösterilmiştir.

Buz Bebekler oldukça hassas konulara değinen bir anlatı olarak konuları ele alırken herhangi bir duygu sömürüsü ve aşırı duygusal bir anlatıma başvurmaz. Metinde toplumda var olan ve kabullenmekten kaçınılan konular mümkün olduğunca sade bir biçimde tüm çıplaklığıyla ortaya konur. Cinsel istismarın dışında metinde terk edilmişlik, toplum tarafından dışlanma, akran baskısı, gösteriş için çocukları kullanan yetişkinler gibi farklı konulardan da bahsediliyor. Yurtta büyüyen çocukların karşılaştıkları sorunlardan birisi de toplumun onlara “öteki” olarak bakmasıdır. Bu dışlayıcı bakış çocuklarda aşağılık kompleksine neden olmaktadır. Yetiştirme yurdunda yaşayan çocukların büyük bir kısmı dışarıya ilk defa okula başladıklarında çıkmaktadır. Dış dünyaya açılan, toplumla tanışılan ilk yer okuldur onlar için. Okuldaki çocukların tavırları ise genelde onları dışlayıcı yöndedir. Ece’nin sınıf arkadaşlarından birisi ona “siz farklısınız” (21) der. Ece’yi ve yurttan gelen diğer arkadaşlarını “yurtlu” olarak etiketlemişlerdir. Bu etiket Ece’de utanca ve aşağılık hissetmeye sebep olur.

“Okulda bize yurt çocuğu diyorlar Lülüfer, kulağa güzel geliyor belki, yurt çünkü vatan demek. Ama bir çocuğun vatanı her şeyden önce anne-babası değil mi? Yurtsuzlara yurtlu demek… İşte bu benim canımı çok yakıyor. Onların aileleri var, anneleri babaları var. Bizim?.. Biz yurtluyuz. Kulağıma kurtlu gibi geliyor. Çürük, yarısı ezilmiş, yarısı kararmış bir elma gibi. Başka bir gezegenin çocukları… sen de yurt günlüğü oldun, sana da bulaştı çamur.” (21)

Burada da görüldüğü üzere Ece, diğer çocuklar gibi olamamasını çürük, ezik ve kirli bir durum olarak görür. Toplumun aldığı tavır dolayısıyla dışlanmışlık, bir kenara itilmişlik hissini yaşar.

Yetiştirme yurdunda büyüyen çocukların baş etmek zorunda oldukları bir diğer his ise terk edilmişliktir. Bu terk edilmişlik hissi de beraberinde güven kaybını getirir. Bu güven kaybı Ece’nin günlüğünde,

“Vaatler… boş vaatler. O da öğrenecek burada verilen sözlerin tutulmadığını, yine gelirim diyen akrabaların yavaş yavaş seyrekleştiğini. En büyük kandırmaca da çocuğun yuvaya bırakıldığı ilk gün. Bırakan da teslim alan da yalan yarışına başlar: ‘Ben marketten bir çikolata alıp geliyorum.’ Gelmeyecek! ‘Oyuncağın evde kalmış, onu alıp geleyim.’ Çocuk o oyuncağı bir daha görmeyecek!” (86).

satırları ile yer bulur. Çocuklar kandırıldıklarını, yalanla avutulduklarını hiçbir zaman unutmazlar. Terk edilmişlik hissi ise hiç kaybolmaz. Karşılaşılan her olayda verilen tepkiler, hissedilen duygular bu terk edilmişliğin etkisinden kurtulamaz. Bu durum tayini çıkan öğretmenin gidişinde Ece’nin verdiği tepkiden okunur. Sınıf arkadaşları öğretmenlerinin gidişine ağlarken Ece ve yurttaki arkadaşları ağlamaz ve bu durumu “Ağlamamıştık doğru ama bu katılığımızdan değil, kalbimizin yeterince kırık olduğundandı. En başından terk edilmiştik, öğretmenin terk etmesi ne kadar etkiler ki?” (22) cümleleri ile ifade eder. Devlet korumasında olan çocuklar anlatıya göre herhangi bir maddi sıkıntı içinde değillerdir. Yurdun fiziki koşulları, çocuklara sunulan hizmetler ve tanınan haklar konusunda hiçbirinin sorun yaşadığından bahsedilmemektedir. Maddiyat açısından yurttaki çocukların sorun yaşamamasını yeterli bulan yöneticilere karşı yapılan eleştiri de Ece’nin, “İnsan yalnızca makine değil ki, karnımın doyması, yatağımın olması, giyinip kuşanmak yetm[iyor]” (64) sözleriyle metinde yer alır. Çocuklar yuvaya terk edilmelerine bağlı olarak güven sorunu yaşarken toplum tarafından dışlanmalarına bağlı olarak aşağılık ve aciz hissederler. Yetiştirme yurtlarında karşılaştıkları zorluklar ve sorunlar maddiyattan ziyade maneviyat tabanlıdır.

Sonuç olarak anlatıda, çocukların toplumsal geri durmalar yüzünden başlarına gelen olaylara karşı içine girdikleri ruh hâllerine ve maruz kaldıkları talihsiz olaylara karşı ses çıkarmayan sisteme yönelik eleştiriler yapıldığını söylenebilir. Metnin temel kaygısı, toplumda görmezden gelinen, üstü örtülen konuların bir parça da olsa görünürlüğünü sağlamak ve örtbas etmenin, yokmuşçasına davranmanın sorunu çözmediğini aksine daha da büyüttüğünü hatırlatmaktır. Bunun yetiştirme yurdunda yaşayan bir genç kızın günlüğü üzerinden anlatılıyor olması da anlatıyı daha çarpıcı bir konuma taşır. Bu konularda suçun, utancın ve cezanın çocuklara, mağdur olana değil de gerçek suçluya yöneltilmesi gerektiği konusunda bir hatırlatma yapar.

 

Kaynakça

Ovayolu, Özlem Uçan, ve Selver Serindağ. “Çocuklarda Cinsel İstismar ve Etkileri.” Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 4/2 (2007): 13-22.

Sertbarut, Miyase. Buz Bebekler. İzmir: Tudem Yayıncılık, 2017.