Dosya

Geleceğin Şehirleri, Geleceğin Toplumu:Zaman Makinesi ve H.G. Wells’in Gelecek Tasavvuru

Zaman Makinesi H.G.Wells tarafından 1895 yılında yayımlanan bilimkurgu edebiyatının kanonik eserlerinden birisidir.

Zaman Makinesi H.G.Wells tarafından 1895 yılında yayımlanan bilimkurgu edebiyatının kanonik eserlerinden birisidir. Birçok edebi metine ve sinema filmine konu bakımından ilham olmuş zamanda yolculuk mefhumu üzerine kurulan bir romandır ve kısaca bahsedecek olursak bir zaman makinesi tasarlayan bilim insanı-mucit  “zaman yolcusunun” geleceğe yaptığı yolculuğu onun ağzından anlatır. Kurgusal bakımdan lineer bir çizgide ilerleyen romanda, “zaman yolcusu” (romanda ana karakterden bu şekilde bahsedilir) geleceğe yapmış olduğu yolcuktan döner ve akşam yemeği için geç de olsa arkadaşlarına katılır ve başına gelenleri arkadaşlarına anlatır. Metin şehri ve yaşayanlarını odağa alan bir distopya kurarak geleceğin karamsarlığıyla günümüze bir mesaj verme amacını taşırken bir yandan da toplumsal bir eleştiri geliştirmiş olur.

Zaman Makinesi konusu itibariyle oldukça ilgi çekici bir roman ancak onu ilginç kılan diğer bir yönü ise Wells’in zaman yolcusu aracılığıyla geleceğe dair yaptığı tahminler. Bu tahminler onun gelecek algısını, gelecekte dünyayı ve insanları bekleyen sona yönelik öngörülerini oluşturmaktadır. Zaman yolcusu, zaman makinesine binip yaptığı bu seyahatte milattan sonra 802701 yılına gitmiş ve gördükleri karşısında şaşıp kalmıştır. Bugün, dahi birçoğumuzun sahip olduğu “geleceğin insanlık için çok daha parlak, çok daha güzel olacağı” varsayımının yerle bir olmasıyla zaman yolcusu büyük bir şoka uğramıştır. İlk etapta yaşadığı şok kültürel olmaktan çok şehir yapısı ve mimari ile ilgilidir. Gelişmiş Fütüristik bir mimari harikasıyla karşılaşmayı beklerken umut ettiğinden çok farklı bir manzarayla karşılaşan Zaman yolcusu, bu hayal kırıklığını şöyle ifade eder:

Yürürken, dünyanın içinde bulunduğu  bu viran olmuş ihtişamı açıklamaya yardımcı olabilecek herhangi bir iz bulmak için tetikteydim. Gerçekten her şey yıkılmış hâldeydi. Tepenin doruklarına doğru alüminyum kütleleriyle birbirine bağlanmış koca bir granit yığını vardı. ...Hangi nedenle inşa edilmiş olduğunu belirleyemediğim devasa bir yapının metruk kalıntılarıydı besbelli. ...Bir parça dinlendiğim bir terastan ani bir düşünceyle çevreye baktığımda görünürde hiçbir küçük evin bulunmadığının farkına vardım. Anlaşılan müstakil ev, hatta bir olasılıkla aile kavramları yok olmuştu. Yeşilliğin arasında orada burada sarayı andıran binalar vardı, ancak bizim İngiliz tarzı kır manzarasının o karakteristik özelliklerini oluşturan ev ve baraka yitip gitmişti. (Wells 48)

Zaman yolcusunun bahsettiği bu "ihtişam" yolculuk ettiği zamandaki yapıları işaret etmektedir. Zaman yolcusu, ziyaret ettiği bu yerde bizim alışageldiğimiz mimari ve şehir dokusunun aksine devasa saray benzeri yapılar, sfenksler görmüştür. Apartmanlar, müstakil evler zamanla yerini bu muazzam yapılara bırakmış, insan ırkı (günümüz insanın torunları) bu büyük yapılarda toplu hâlde yaşamaya başlamıştır. Romanda yaşam alanlarının bu yönde şekillenmesi elbette ki Wells’in geleceğin toplumuna yönelik yapacağı bir başka öngörüyle açıklanır. Zaman yolcusu, “İnsanoğlunun azaldığı döneme rast gelmiştim anlaşılan” (51) sözleriyle okuyucuya insan popülasyonunun azaldığını dolayısıyla geri kalan nüfusunun müstakil evlerde yaşamak yerine bir komün hâlinde toplu yaşamaya başladığını bize bildirir.  

Fakat zaman yolcusu geleceğin insanlarına, toplumuna ve coğrafyasına ilişkin bilgisini arttırdıkça içine düştüğü bu dünya ile ilgili fikirlerini gözden geçirmesi gerektiğinin farkına varmaya başlamaktadır. Yaptığı keşif gezileri esnasında onu derinden yaralayacak acı bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Geleceğin toplumu antropolojik olarak iki kolda evrimini sürdürmüş ve bunun sonuncunda iki farklı insan ırkı dünya üzerinde var olmaya devam edebilmiştir. Eloiler ve Morlocklar. Eloiler yerin üstünde yaşayan güzel yüzlü, narin, sevimli insanlar Morlocklar ise yerin altında yaşayan ışığa duyarlı canavarımsı yaratıklardır. Zaman yolcusu bu iki tür için “İnsan tek tür olarak kalmamış, iki ayrı hayvana ayrılmıştı: Benim zarif Yukarı-Dünya çocuklarım neslimizin tek torunları değildiler, önümde şimşek gibi çakan, gecelerin bu rengi ağarmış, iğrenç hayvanı da tüm çağların varisiydi” (69) diyerek bu iki türü günümüz insanın torunları olarak düşünmüştür. Wells, ana kahramanı olan zaman yolcusu aracılığıyla bu iki türün evrimine, sosyal statülerine ve mevcut durumlarının ortaya çıkış nedenlerine dair teoriler geliştirir. Bunu da ilginç bir şekilde Marksist bir anlayış çerçevesinde altyapı-üstyapı ilişkileri bağlamında yapar. İnsan türünün Eloi ve Morlock olarak iki tür olarak ortaya çıkmasını zengin ile fakir arasındaki uçurumun tahmin edilenden çok daha fazla açılmasının bir sonucu olarak görür. Wells Morlocklar’ın ortaya çıkışını şu şekilde açıklar:

Başta kendi devrimizin problemlerinden yola çıktığımda, Kapitalist ile Emekçi arasında şu an yalnızca geçici ve toplumsal gibi görünen farkın derece derece açılmasının tüm durumun anahtarı olduğu, gün gibi aşikar geldi bana. Şüphesiz siz de oldukça garip bulacaksınız- ve de kesinlikle inanılmaz! –ama günümüzde bile o sona işaret eden şartlar mevcut. Yeraltındaki boş alanları, uygarlığın daha az süslü amaçları için kullanışlı hâle getirme eğilimi var; Londra’daki Metropolitan Trenyolu var örneğin, yeni elektrikli tren yolları, metrolar, yeraltı atölyeleri ve lokantalar var ve bunlar çoğalıp katlanmakta. Herhâlde diye düşündüm, bu eğilim, sanayi, gökyüzünde doğuştan kazandığı hakları yavaş yavaş kaybedene kadar artmıştı. Yani gittikçe daha derine inmiş, gitgide daha, daha büyük yeraltı fabrikaları kurularak, sanayi her gün artan bir zamanı aşağıda geçirmeye başlamıştı ve sonunda! Şimdi bile Doğu asıllı bir işçi, dünyanın doğal yüzünden pratik anlamda koparıldığı, böylesi yapay koşullarda yaşamıyor mu? (71)

Zaman yolcusunun gelecekte deneyimlediği şehrin yeraltında ve yer üstünde olmak üzere iki yüzü vardır. Yerin üstündeki yerleşim planı, mimari yapılar ve komün yaşantısı yerin altında olup bitenlerle doğrudan ilişkilidir. Morlocklar zaman makinesini çalmış, zaman yolcusu ise kendi zamanına dönebilmek için zaman makinesini aramaya koyulmuştur. Zaman yolcusu bu arayışı esnasında Morlocklar ve onların yeraltındaki yaşantılarına dair fikir sahibi olur. Onların kuyu benzeri dar yapılar aracılığıyla yer altındaki yerleşimlerine ulaştığını ve aynı zamanda uzun yıllar boyunca yer altında yaşadıkları için ışığa karşı duyarlılık geliştirdikleri sadece geceleri yeryüzüne çıkabildiklerini gözlemler. Yeraltında yaşayıp, metal endüstrisinde derinleşen Morlocklar bu yaşamlarını destekleyecek gelişmiş bir havalandırma sistemi kurmuşlardır. Morlocklar’ın etle beslendiğini anlayan zaman yolcusu ilk başta etin bir hayvana ait olduğunu düşünse de sonradan o etin Eloilere ait olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Bu durum, neden Eloiler’in Morlocklardan ve karanlıktan çıldırasıya korktuklarını da açıklamaktadır. Morlocklardan korunmak için geceleri içeriye çekilen Eloiler toplu hâlde yaşayabilmek ve kendilerini güvende hissetmek için büyük yapılar inşa etmişlerdir. İnsan türünün farklı evrimi onun yaşantısından yaşam alanına kadar her türlü dinamiği değiştirmiştir.

Zaman Makinesi’ni Wells’in geleceğe dair kehanetlerde bulunduğu bir eser olarak ele alınırsa eğer onun insanlık tarihinin ileriki dönemleri için fazlasıyla karamsar bir tablo çizdiğini görülür. Tabloya göre insanlığın sonunu yine insan kendi eliyle hazırlayacaktır. Endüstriyel toplumun yol açtığı sosyal tabakalaşma neticesinde ortaya çıkan bu büyük uçurum giderek büyüyecek, insanlığın bir kısmı yerin üstünde konforlu bir yaşam sürerken, uçurumun diğer ucunda bulunan işçi sınıfının oluşturduğu insanlar makineleşme ve endüstrinin yer altına taşınmasıyla birlikte orada yaşamaya ve oranın koşullarına adapte olacaklar. Tüm bunların sonucunda ise yerin üstündeki insanlar (elitler) sıkıntı çekmeden bir yaşam sürmeye alıştıklarından, onlar için üreten, tasarlayanlar başkaları olduğundan çocuksu bir kaygısızlığa doğru evrilecektir. Yerin altındakiler ise buradaki yaşam koşullarına uygun olarak (iri gözler, ışığa duyarlılık vs...) evrilecektir.

Wells’in gelecek tasavvuru, hem şehirleşme hem de toplumsal yapının oluşumu bakımından değerlendirildiğinde Marksist ve Darwinci bir yaklaşım sergilemektedir. Ancak insanlığın ilerlemesi noktasında Ortodoks Marksistlere özgü “insanlığın kapitalist pratikleri yerle bir edip sosyalist bir ütopya kuracağına dair iyimserlik” Wells’in gelecek tahayyülünün yanından dahi geçmez. O, insanların kapitalizmin kurduğu bu düzenin kırılamayacağını, giderek güçlenip önce şehirleşme ve şehrin dokusunu değiştireceğini daha sonra ise bunun bir sonucu olarak yerüstü ve yeraltı olmak üzere iki farklı şehirde devam edecek olan insan türünün ortaya çıkışında Darwinci doğal seçilim ve adaptasyonun insan türünün evrimi açısından belirleyici rol oynayacağı kanaatindedir. 

 

Kaynakça

Wells, H.G. Zaman Makinesi. Çev. Volkan Gürses. İstanbul: İthaki Yayınları. 2015.