Sinemasal

Evrensel Bir Anlam: Ruhların “Kokusu”

Günlük hayatımızda iletişim kurmak için sadece kelimeleri kullanmayız. Dile gelmeyen, hatta dile gelmesi talep dahi edilmeyen sembollerin de iletişim kurmamıza ve bir anlama ulaşmamıza çokça etkisi olur.

Günlük hayatımızda iletişim kurmak için sadece kelimeleri kullanmayız. Dile gelmeyen, hatta dile gelmesi talep dahi edilmeyen sembollerin de iletişim kurmamıza ve bir anlama ulaşmamıza çokça etkisi olur. Bu sembollerin bazıları sadece küçük gruplar için ortak bir anlam ifade ederken, bazen de kültürlere göre yerel anlamlara karşılık gelirler. Lakin bazı semboller ya da anlama biçimleri vardır ki, kültürlerimiz, dinlerimiz, dillerimiz ya da ırklarımız fark etmeksizin hepimiz için ortak anlamlar taşırlar. Analitik psikolojinin kurucusu Jung, bu duruma gerekçe olarak kolektif bilinçdışını gösterir. Kolektif bilinçdışı, her çağda ve her yerde insanlar için ortak anlama gelen sembollere vurgu yaparak, bilincin daha derinlerindeki kolektif bilinçdışında insanlar için bir ortaklığın söz konusu olduğunu, evrensel anlamanın da bu sayede mümkün olduğunu ileri sürer (Kavut 685). Sanat eserleri karşısında benzer deneyimler yaşamamız da bu ortaklıkla alakalı olabilir. Hayao Miyazaki’nin Ruhların Kaçışı adlı filmi de evrensel anlamlara karşılık gelen öğeler içerir. Koku da bu öğelerden birisidir. Bu yazımda Ruhların Kaçışı filminde koku duyusunun yer alış şekillerini inceleyerek kolektif bilinçdışımızdaki miras öğelerinden olup olmadığını değerlendireceğim.

 

Pek sevgili Miyazaki ve Ruhların Kaçışı

Hayao Miyazaki, 1941 doğumlu, film yönetmeni, yapımcı, senarist, animatör, yazar ve Isao Takahata ile beraber kurdukları Studio Ghibli’nin ortağıdır. Ödüllü birçok anime filme imza atan Miyazaki, sadece Japonya için değil dünya için önemi bilinen bir sanatçıdır. Miyazaki bir felsefesi ve anlam arayışı olan bir sanatçıdır. Bu sebeple her eserinde ortak temalar kendisini gösterir. Japon kültürünün köklerinden beslenir, evren ve doğa merkezli ruhu tasvir eden bir sanat inşa eder. İnsanın doğanın bir parçası olduğu ve her şeyin bir ruhu olduğu bu sebeple de her şeyin bir kıymeti olduğu mesajı her filminde kendisine yer bulur. Filmlerinde başrolü genelde kız çocuklarına ayıran yönetmenin eserleri üzerinden şu konuları okumaya açabilir ve tartışabiliriz: Mücadele etme yöntemleri, karakter gelişimi, ruhsal olgunlaşma, doğayı ve yeryüzünü merkeze alan bir bakış açısı geliştirme veyahut savaş karşıtı düşünebilme. Onun perdesi dünyamızın en sert konularını şefkatli bir anlatımla aktarır. O yüzden her eseri olumlama yolu ile birçok değer aktarımına katkıda bulunur. Ayrıca filmlerinde keskin hatlar ya da mutlak kötü ya da mutlak iyi karakterler göremeyiz. Ying-yang öğretisinde de olduğu gibi kötülük ve iyilik iç içe geçmiş şekilde ele alınarak seyircinin değerlendirilmesine sunulur. İyiliği temsil eden bir karakter mutlak kötülerle mücadele etmekten ziyade, daha çok diğer iyileri barışçıl şefkatten yana çözümler için ikna etmektedir. Bizim eşlik ettiğimiz de karakterlerin dönüşümüdür diyebiliriz.

Orijinal adı Sen to Chihiro no Kamikakushi olan Ruhların Kaçışı adlı eseri de 2001 yapımı olup Miyazaki’ye Oscar ödülü kazandırmıştır. Her ne kadar Amerika’nın Irak işgalinden dolayı Miyazaki’nin ödül törenine katılmadığı bilinse de bu ödülle dünyanın tanıdığı bir sanatçı hâline gelmiştir.  

Ruhların Kaçışı filmi çok fazla tema merkeze alınarak okunmaya müsait bir eser. Bir büyüme hikâyesi, ebeveynlik ve ebeveyne ebeveynlik, aşırı koruyucu ebeveynlik, aç gözlülük, kapitalist sistem, çevre, ruhun olgunlaşması gibi çok açıdan incelemeye açıktır. Filmdeki bütün adlandırmalar Japon mitolojisine işaret edecek kadar incelikli dokunmuştur. Film yeni bir yere taşınacak olan ailenin araba yolculuğu ile başlar. Durumdan pek memnun gözükmeyen Chihiro ve ailesi mola vermek için bir yerde dururlar. Ufak bir keşif kontrol edilemez dürtüleri yüzünden önemli bir mücadeleye döner. Kredi kartlarına güvenip bir dükkândan izinsizce yemek yiyen ebeveynler, mekânın sahipleri (ruhlar) tarafından domuza dönüştürülürler. Chihiro ailesini kurtarmak ve eski hayatlarına dönebilmek için büyük bir sorumluluk alır, ruhlar aleminde bir mücadele verir. Hikâye bu mücadeleyi konu alır. Filmde çok fazla değerin yanında tüm temaya içkin olarak yerleşmiş “koku” konusu ayrı bir önem taşır. Bu açıdan, kokunun geçtiği üç belirgin yeri inceleyerek koku kavramının varlığının nasıl anlamları karşıladığını tartışacağım.  

 

Ruhların Kaçışı Eserindeki Üç Koku Karşılaşması: Kapitalizm, Yabancılaşma ve Şintoizm’e Göre Koku

Filmde anlatının seyrine etki eden üç tip koku sahnesi belirir. Birincisi Ogino ailesinin güzel kokuların peşinden sürüklenip izinsizce yemesi, ikincisi Chihiro’nun hamama gelmesi ile “insan kokusu” ifadesinin vurgulanması, üçüncü koku ise koku tanrısı sanılan kokuşmuş nehir tanrısının hamama gelip temizlenmesidir. Şimdi bu üç koku hikâyesini daha yakından inceleyelim. Kapitalizm, yabancılaşma ve Şinto inancı bağlamında iz sürerken sanat eserinin bize sunduğu evrensel değerleri keşfetmeye çalışalım.

 

Birinci koku: Davetkâr Koku

Bu kokunun muhatapları Chihiro, annesi ve babasıdır. Chihiro’nun annesi ve babası leziz kokuları gelen yemekleri görünce mekânın sahibinin orada olmamasını önemsemeden izin beklemeden yemeklere saldırırlar. Kredi kartları ile ödeyebileceklerini dile getirirler. Yedikçe şişer ve domuza dönüşürler, o hâlleri olumsuz bir resim olarak gösterilir. “İnsanlıktan çıkmak” ifadesini karşılarlar. Bu davetkâr koku istediği her şeyi alabileceğini düşünen ve kendisini kontrol etmeyen insanın kapılıp gittiği bir kokudur ve açgözlülüğünü hareketlendirir. Kredi kartı ile her şeyi alabileceğini sanan insan tipi kapitalist düzenin insanıdır. Kapitalizmin hâkimiyet gücü filmde ilk burada karşımıza çıksa da, ruhların dünyasında da durumun pek farklı olmadığı görülür. Orada da hamamın yöneticisi Yubaba, kapitalist düzenin temsilcisidir. Kişilerin isimlerini alarak onlara kim olduklarını unutturur ve onları emrinde çalışanlar hâline getirir. Filmin beslendiği aşikâr olan Şinto inancında sahip olunan en önemli şey; ismimizdir. Burada kapitalist bir eleştiriye yol açan kokunun araladığı ruhlar âleminin de aslında kapitalizmin tahakkümünden bağımsız olmadığı göze çarpar. Bireyin sınırını çizip kendini koruması gereken yerde iken, Chihiro dışında diğer bireyler bu davetkâr kokuya kapılır. Kapitalizmle mücadele ederken belki de o kokunun cazibesi karşısında sınırlarını, ismini, kimliğini hatırlamak gereklidir.

Kapitalizmin getirdiği vermeden alma ahlâkı ve modern hayatın getirdiği dengesizlik hâli Miyazaki’nin her filmde ilgilendiği konulardandır. Ebeveynler kendilerini kontrol edemeyip bu kokuya teslim olur. Haz düşkünlükleriyle beraber bireysel sorumluluklarını önceleyerek kapitalist sisteme kendilerini kaptırırlar. Çocuklarına da ebeveynlik yapamayıp aksine çocuğun ebeveynlik sorumluluğunu üstlenmesine yol açarlar.

 

İkinci Koku: İstenmeyen "İnsan kokusu"

Chihiro annesini ve babasını eski hâllerine getirmek için ruhların hamamına girer. Onun gelişi ile ruhlar “insan kokusu” alır ve bundan rahatsızlık duyarlar. İnsan kokusunu rahatsız edici, tiksinç olarak ifade ederler. Bu noktada tekrar Şintoizm inancı ve yabancılaşma kavramı hatırımıza gelir. Miyazaki’nin çokça beslendiği Japon milli dini Şintoizm’e göre; insan ve ruh, her şey bir bütündür. Bedendeki her şey ortak bir enerjinin parçalarıdır. Ruhlar ve insanların bu kadar uzak düşmesi aslında insanın bütün olandan yabancılaşmasına işaret eder. Bütünden ayrı düşme bir tür bozulmadır ve bütünün bir parçasının kokusunun diğerine garip gelmesine sebep olur. Burada sadece insanın kokusunun rahatsız edici olması değil, hamamında sadece ruhlara ait olup, bütünden ayrı düşmesi eleştiri olarak değerlendirebilir. Ayrıca gündelik hayatın insan zihnini ve kalbini kirlettiği vurgusu olarak da düşünülebilir. Şintoizm inancına göre kötü koku, gündelik yaşamdan kaynaklanan kirlenmelerin sonucudur. Ve insan zihninin berraklığına mani olur.

 

Üçüncü koku: Nehir Tanrısının Korkunç Kokusu

Filmde karakteristik bir yer kaplayan diğer hikâyede ise koku merkezdedir. Ruhların gelip yıkandığı hamama kocaman bir şeyin yaklaştığı anlaşılır. Kirli ve kokulu durumundan dolayı herkesin saklanarak yer verdiği bu şeyin bir Koku Tanrısı olduğu düşünülür. Onunla uğraşma görevi Chihiro’ya verilir. Chihiro önce bitkisel karışımla yıkanmasını sağlar. Ardından kokuşmuş yaratığın vücudundaki dikeni keşfeder, dikeni tutup çekmeye başlar. Çektikçe onun hurda bir bisiklet ve ardından gelen bir sürü hurda yığını olduğu anlaşılır. İçindeki hurdalar çıkınca da Koku Tanrısı değil Nehir Tanrısı olduğu görülür. O kokuşmuş görüntünün altında saf temiz arınmış bir nehir çıkar ve berraklaşmış bir şekilde hamamdan ayrılır. Burada Chihiro kötü kokunun kaynağını ve nedenini bulur, bu önemli bir öğretidir. Bu durum Şinto inancındaki arınma konusu ile okunur. İnsan, içindeki yığından temizlenme ile arınır ve içindeki kutsala ulaşır.  Berrak bir zihne, berrak bir hayata ulaşmak için arınmak gerekir. Ayrıca bu arınma eylemi sırasında kötü koku ile şifalı bitki kokusunun karşılaşması ve aralarında bir mücadele verilmesi de aynı bir detaydır. “Kirlilik” ve “şifa” nın mücadelesinin somutlaştırılmış hali olarak değerlendirebiliriz.

Miyazaki’nin kokuya yüklediği anlamı daha derinden inceleyebilmek için çokça beslendiği Şintoizm inancına yer verelim. Japon kültüründe, Şintoizm, Budizm ve Zen öğretileri çokça belirleyicidir. Şintoizm Animistik bir dindir. Şamanistik özellikler de taşır. “Dinî bir sistem biçiminde Şintoizm’in ortaya çıkışı Japon tarihinde Yoyoi adıyla bilinen döneme (M.Ö. 300 - M.S. 300 civarı) rastlar (Demirci 177). Günümüzde dört ayrı Şinto yorumu bulunsa da, bütüncül bir evren anlayışı, şifaya ve ruha ve arınmaya verdiği önem bakımından genel olarak Şintoizm’e referans verebiliriz. Şintoizm, Shinto olarak da karşımıza çıkan inancın mistik öğeleri birçok anime eserde karşımıza çıkar. “Tanrıların Yolu” anlamına gelir. Her maddenin özünde bir ruh olduğuna inanır (Kuloğlu 88). Kurucusu peygamberi ya da kutsal metni yoktur. İnsan ve tabiat arasında güçlü bir ilişki kurar ve o ilişkiyi önemser. Bu ilişkiye önem atfeden bir ahlâk sistemi etrafında şekillenir. Kutsallığın atfedildiği belli bir merkez yoktur. Bütün tabiat kutsaldır. Kaotik düzende kendi başına var olan bir evren anlayışı taşır. Kaos durumunda kosmos durumuna geçmeye çalışır. Bu geçişi sağlamak kâmillere düşen görevdir. Yani ruhlar kaosdan kozmoza geçmek için arınırlar. Arınma bu geçiş için gerekli olan en temel ritüeldir. Bu inanış yaşamı bir bütün olarak algılar. İnsan da bu bütünün bir parçasıdır. Bütünden kopmamak için arınmak gerekir, arındıkça saf ve güleç bir kalbe ulaşılır. Günlük hayatın etkisi ile ortaya çıkmış kirlilikten arınma ve güdülerin temizlenmesidir (Pehlivan 369).

Şinto inanışına göre her şey kirlenebilir. Filmde de ruhlara özel hamamın olması ile aslında ruhların da kirlendiğini ve arınmaya ihtiyaç duyduğunu görürüz. Arınma Tanrı yolu ile bütünleşebilmek için gereklidir.  Buradaki kirlilik leke, günah gibi değil, zihnin berraklığı ve huzuru için önemlidir. Eylemler kötü ve kirli olarak tanımlamaz, belli bir davranış iyi ve kötü olarak dayatılmaz. Kirliliğe neden olan eylemler olarak yorumlanır sadece. Diğer bir deyişle, belli bir eylem dayatmaz, mevzubahis olan arınma kendi berrak zihnimiz ve kalp saflığımız gereklidir. Arınma sayesinde kutsal ve yaşamsal olanla taze bir ilişki kurulabilir (Pehlivan 340).

Şinto inanışı, her şeyin içerisinde kami olduğunu, her olgunun kami potansiyeli taşıdığını belirtir. Miyazaki ise, bu konu ile ilgili şöyle söyler: “Büyükannelerimizin zamanında, ruhların (kami’nin) her yerde bulunduğuna inanılırdı – ağaçlarda, nehirlerde, böceklerde, kaynaklarda, her şeyde. Benim kuşağım buna inanmıyor, ancak ben her şeye değer vermemiz gerektiği, çünkü orada ruhlar olabileceği ve her şeye değer vermemiz gerektiği, çünkü her şeyde bir tür hayat olduğu yönündeki fikri seviyorum. (Aktaran Pehlivan 369)

Filmde de Nehir Tanrısı’nın arınmasına Chihiro yardımcı olur. Bu sebeple Nehir Tanrısı da ona arındırıcı bir hediye bırakır. Sonradan Chihiro da diğer önemli karakterlerden Haku ve Yüzsüz’ü bu hediye ile kurtarır, Yüzsüz karakteri açgözlülükten Haku karakteri de Yubaba’nın tutsaklığından bu hediye sayesinde arınırlar. Hediye onların saf hâllerine dönmelerini sağlar ki bu şekilde bir yanıyla kirlenmenin doğallığını da seyredene aktarır.

Nehrin temizliği Şintoizm’in inancındaki arınma ritüeli ile birlikte okunmakla birlikte çok güçlü bir çevrecilik vurgusu da taşımaktadır. Nehrin içinden gündelik hayatın metal atıkları çıkar. Haku’nun insanlar tarafından nehrin kurutulup üzerine bina inşa edilmesi hikâyesini de hatırlarsak, bu hikâyeyi arınma sembolünün yanında insanlar tarafından çevreye verilen zararı da gösterme girişimi olarak okuyabiliriz. Modern hayatın kirletip pis kokuttuğu bir nehir, nehir ruhunun kirliliği hem nehre hem nehrin etrafındakilere bir göndermedir. Ruhun kirliliği bireysel bir şey olsa da toplumdan da bağımsız değildir ki doğaya saygı gereği bir mesaj olarak anlayabiliriz. Nitekim nehir filmde çöplükle ve atık metalle doludur. Modern insana ait nesnelerin doğaya verdiği zararı izleriz. O sebeple aslında ruhların olgunlaşmasının ya da doğa ile saygı temelli ilişki kurmanın sadece bireysel bir eylem olmadığını fark ederiz. Öze dönmek ve arınmak bireysel bir ihtiyaçken, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Sonuç olarak filmde kokunun âdeta görsel bir sembolizme dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kapitalizmin kokusu, yabancılaşmanın getirdiği kokma ve ruhun gündelik hayatın hasarına uğrama kokuşmuşluğu somut olarak seyredene sunuluyor. Peki hikâyeyi bu kadar güçlü bir şekilde aktarımını sağlayan “koku” nedir?

 

Koku kavramı ve kolektif bilinçdışı

Koku bir duyu ve üzerine çeşitli çalışmalar yapılır. İşleyiş biçimi kesin olarak çözülmemekle birlikte beynin hatırlatmalarla alakalı kısmı ile bağlantılı olduğu bilinir. Kokular Kitabı’nın yazarı Vedat Ozan, Milliyet Gazetesi’ne verdiği bir röportajda: “Var olabilmemiz için en gerekli duyularımızdan biri koku” demektedir. Koku üzerine, bellek ve hastalıkları teşhis başta olmak üzerine çeşitli çalışmalar yapan Ozan, kokunun öneminin anlaşılması adına ciddi hizmetlerde bulunur. Yine Açık Radyo’da gerçekleştirdiği Koku programında, kokuyu belirleyenin bizim iç dinamiklerimiz olduğunu söyler. Bu noktada filmde de ilk karşılaşmaya kokuyu çekici kılan karakterlerin açlığı, ikincisine kokuyu itici kılan karakterlerin yabancılığı diyebiliriz. Lakin üçüncü karşılaşmada kokuyu kötü ve korkunç kılan iç dinamik değil, çünkü somut olarak kötü bir varlığa bürünmüş herkes tarafından duyulan ve görülen bir kokudur. Yani koku ile karşılaşmada bilincimizin üç ayrı katmanıyla gerçekleşen bir muhatap olma hâli ve karşılaştığımız katmana göre konum alan birey vardır.

Kokunun sembolik değerleri ve anlamları üzerine yapılan başka çeşitli çalışmalar da vardır. Özgür Kılınç ve Sevil Baysu da bu alanda bir çalışma yapar ve kokunun beş duyudan birisi olmakla birlikte kültürel yapı ile de ilişkili bir görünüm sunduğunu belirtirler (Kılınç, Baysu 41-65). Koku, güçlü bir duyudur; fiziksel ve psikolojik olarak bizleri etkilemekle birlikte sosyal düzeyde de görünürlüğü olmakta, hatta bir sınıfsal ayrım olarak bile konuşulabilmektedir. Koku sadece beş duyu organından birisi değildir. Biyolojik işlevinden daha fazlasına sahiptir. Sosyokültürel de bir işlevi barındırır. Hatta sosyal gerçekliklerin yeniden inşasıdır ki 2019 yapımı Parasite filminde kokunun sınıfsal ayrım yansıtması başarılı bir şekilde sinemaya yansıtılır.

Öte yandan konunun göçmen bir yapısı vardır, seyir eder, belirli bir kimliğe bürünür. Olumlu olumsuz, hoş, cezbeder, miden bulandıran değerlerle örtüşür. Bir değer taşır ama bu değer onu algılayanın duygu ve düşüncelerinden tamamen bağımsız değildir. Koku hafızası diye adlandırdığımız şeyse çok güçlüdür; bu hafıza algılayanın hafızasında bir karşılık bulur. Ancak algılayanın hafızasında da üç farklı katmanda farklı tür alaka ile yer bulduğunu fark etmek gerekir. Yani doğrudan bilincimizin algılaması ile gerçekleşen karşılaşmamızla, kişisel bilinçdışımızla olan karşılaşmamız ve kolektif bilinçdışımız ile olan karşılaşmamız farklıdır.  Kokunun çok katmanlı bir karşılaşma ağı vardır, Ruhların Kaçışı filminde de çok katmanlı bir koku resmi sunulur bize. Hatta film direk ruhun katmanları ile temasımızı kokunun katman katman teması ile paralel götürür. Sunulan koku karşılaşmaları bilincimizin farklı boyutlarına hitap eder. Filmin temel hikâyesini koku dönüm noktaları üzerinden okuyarak filmdeki ruhların olgunlaşma sürecini yakalayabiliriz. Bu süreçler, her kokuya kapılma, kapitalizmin kölesi olma, her kokuyu kötü adlandırma, altındaki sebebi algılama şeklinde isimlendirilebilir. Mesajıysa şudur: “Kokudan korkma, kokuya yaklaş!”. Jung, insan ruhunu bilinç, kişisel bilinçdışı, kolektif bilinçdışı olmak üzere üç bölümden oluşan bir yapı olarak tanımlar. Bilinç, insanın bilinçli olarak farkında olduğu alanı karşılar. Kişisel bilinçdışı kişisel yaşantıdan gelen, unutulmuş ve bastırılmış deneyimleri içine alır. Kolektif bilinçdışı kişisel olmayan ve evrensel olandır. Jung bilinçaltımızdan sızarak gün yüzüne vuran simgeler için arketip ifadesini kullanır. Bu simgeler rüyalar, masallar ve mitlerde kendilerine çokça yaşam alanları bulurlar. Arketipler her çağda ve her yerde ortaklığı temsil ederler. Çünkü Jung evrensel ve kalıtımsal gelen bazı içgüdülerimiz olduğunu iddia eder.  Arketiplerde içgüdülerin bilinç dışı simgeleridir (Pehlivan 366). Miyazaki’de daha önceki kuşaklardan gelen bir tarihsel hafızaya inanır. Günlük hayatı deneyimlememiz artıkça daha derinlere itilen bu miras hafızaya ulaşmayı amaçlar filmleriyle (Pehlivan 368).

Ruhların Kaçışı’nda da kokunun çeşitli temsilleri söz konusu olduğundan filmde evrensel bir temsilin de bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü yayılan kokuyu o an algılama ve deneyimleme bireylere göre farklılık gösterse de, kokuların sebeplerini yorumlamada bir ortaklık söz konusu. Açgözlülüğü tetikleyen ya da iştah kabartan bir duyu olarak ya da istenmeyen rahatsız eden bir duyu olarak kokunun ne hissettirdiğini seyrederken de deneyimleyebiliyoruz. Arınma ihtiyacı noktasında birleşiyoruz. İhtiyacın neden oluştuğu noktasında kültürel farklılıklarımıza ya da hazır bulunuşluğumuza göre farklı cevaplar verebiliriz. Bireysel arınma üzerine çalışan birisi bireysel bir içe dönüş çalışması olarak okumakla birlikte, çevreci duyarı ön planda olan bir seyreden çevresel bir mesele olarak okuyabilir.  

Jung bireylerin bilinç yapıları çok daha eski dönemlere ait yapılarla ilişkili olduğunu anlatmaya çalışır.  Jung’un gölge, ego, anima/animus ve ben arketiplerinin hepsi aslında filmdeki karakterler bağlamında okunabilir başka bir çalışmada. Jung insanın ruhsal gelişimini merkeze alan bir bireyselleşme süreci üzerine çalışır. Bu süreç için bilinç ve bilinçdışı arasında bir bütünleşme ve uzlaştırma amaçlar.

Pehlivan bu alanda bir çalışma yapar ve ruhların kaçışı eserindeki sembollerin kültürel ve evrensel karşılıklarını sorgular. Bir grupla yaptığı çalışma sonucunda koku ve kirlenmenin evrensel bir sembol olduğuna lakin kokunun sebepleri konusunda kültürlere göre farklı değerlendirmeler yapıldığına kanaat getirir. “Ortak semboller “kirlenme” ve “kötü koku”dur. Ancak, söz konusu sembollerin yerel anlamları, inanç sistemlerinin sunduğu düşünme biçimlerine göre farklılaşır. Bir inanış, “günah ve kötülük ile kirlenme”den bahsederken, diğeri “günah” ve “kötülük”ten söz etmeden, yalnızca “zihnin berraklığı” ve “kalbin güleçliği” üzerine odaklanır.” (Pehlivan 375).

 

Sonuç yerine: Bireyselleşme ve bütünleşme bağlamında ruhların kokusu

Miyazaki Ruhların Kaçışı filminde ruhların olgunlaşmasının mücadelesini sunmaktadır. Ruhun olgunlaşması için arınması ama arınması içinde evvela kirlenmesi gerekir. Kirlenmek kötü bir şey değildir, kirlenmek doğal bir şeydir. Yaşamak hatta kirlenmeyi gerekli kılar ama kirlilikte kalmayıp arınmak için mücadele etmeliyiz. Bu mücadele bireyselleşme ve bütünleşme bağlamında düşünülebilir. Bu sebeple anne-babanın ilk kokuya kapılıp kendilerinin ve Chihiro’nun başına bela açmaları aslında ana karakterimizin güçlenmesi için bir kapıdır. Çünkü arınma kalbi güçlendirir, güçlü kalp doğru karar verebilir. Chihiro aslında bu mücadele ile ruhunu arındırır, ya da güçlendirir ve ruh gözü ile sevdiklerini tanıyabilmeyi öğrenir ki aslında bütün kokulardan geçip arınma gerçekleşince vardığı son da, görsel kimliği ne olursa olsun içindeki ruhu tanıyabilme yetisine sahip olduğunu görürüz. Bu açıdan Ruhların Kaçışındaki üç farklı koku hikayesinden, bireyselleşme ve bütünleşmeyi başarabilmek için kendi ruhumuza dönmek ve kim olduğumuzu unutmadan bir arayış vermek gerektiği mesajını çıkarabiliriz. Burada bireyselleşme ve bütünleşme Jung’dan devraldığımız kavramlardır. Jung bireyselleşme ve bütünleşme diye ikiye ayırdığı insan hayatında birleşimi vurgular. Bireyselleşme, kişilerin biyolojik özellikleri merkezli bir dönemken, bütünleşme de kültürel ve ruhsal yönler merkezdedir. Bütünleşmede kişinin kişiliğinin zıt yönlerinin birleşmesi söz konusudur (Aktaran Kavut 687). “Sağlıklı bir kişiliğin insanın kendi bütünlüğü ve bireyleşme potansiyelini gerçekleştirmesi olduğunu iddia eden Jung’a göre bu süreçteki başarısızlık kişiliğin bütünleşmesini engeller (Alıntılayan Kavut 392). Yani bir ruh, toplumdan bağımsız olarak kendi bireyselleşme mücadelesini vermekle beraber aynı zamanda toplumla da uyum içinde bütünleşmenin bir yolunu bulmalıdır. Miyazaki’de bizi, seyredeni Jung’un da döndüğü soruna, insanların kendi ruhlarına yabancı olmasına, kendi ruhlarını tanımak ve anlamak için emek vermemesi gerekliliğine çıkartır.

Ruha dönmek ve ruhun olgunlaşma, arınma mücadelesini vermek konusunda da evrensel bir ortalık olduğunu ve bu mücadelenin atalardan bize kalmış bir miras olduğunu söyleyebiliriz. Burada bahsedilen kalıtımsal olgu, atalardan kalan bir beyin yapımızın varlığına işaret eder. Ruhumuzun temeli tüm canlıların ortak paylaştığı bir anlam arayışı diyebiliriz. Ve bu arayışı katman katman kokular üzerinden analiz edebiliriz.  

Kişinin kendi gerçekliğinden kopup kendine yabancılaşması varoluşumuzun bitmez gürültüsüdür. Filmde insan kokusunun ruhlara rahatsız edici gelmesi bu yabancılaşmanın kopuşun bir göstergesi olarak algılanabilir. Zaten ruhlar âlemine esir düşen bireyin de bu diyarın yöneticisi Yubaba'ya ismini teslim etmesi ve kim olduğunu unutması da sistem içinde kaybolup kendi varlığına yabancılaşmadır. Kendini bilmek, özünü bilmek ve özünü aramak noktasında filmin ve Jung’un öğretisinin bize ortak bir şey sunduğunu düşünüyorum. İşte koku kavramı da bu sunulan mesajda devreye giriyor. Koku karşısında kişisel bir tecrübede bulunsak da kokuyu deneyimlememiz sadece kişisel tecrübemizden ibaret değil, kokunun temsil motifi bize evrensel bir şey de söylüyor. Bu sebeple aslında bir ruhun olgunlaşması, bir varoluş hikayesi olarak bütün filmi koku kavramı merkezinde takip ederek, bireysel dürtüler, yabancılaşma ve evrensel birliktelikleri çözümleyebiliyoruz.

Aslında filmi aktif seyreden biri olarak insanın kendini gerçekleştirme gerekliliğini izlediğimi söyleyebilirim. İnsanın kendini gerçekleştirmesi için kendi ruhun katmanlarında mücadele verip, dolaşması, olgunlaşarak bu iç âlemden dönmesi gerekir. Bu olgunlaşma aslında bir takım sezgisel özelliklerin güçlenmesi olarak da düşünülebilir. Seyirci izlerken Chihiro karakterine eşlik eder ve bir takım koku deneyimlerinden geçerek kendi ruhu ile yüzleşir, ruhunun derinliklerinde dolaşır kapasitesini zorlar ve berrak bir zihne kavuşarak yolculuğunu tamamlar. Belki başka bir durakta yeniden ruhunun peşine düşer ve bir yakalamaca serüveni daha yaşar. Ruhların kirlenmesi ve arınması sürekli devam eden bir olaydır. Sonuç olarak Ruhların Kaçışı bir anime filmi olarak kültürel aktarımdan daha fazlasını yapar ve bizleri kokunun ardından ruhsal bir olgunlaşma yolculuğuna çıkarır ki bu yolculukta bahsettiğim ortaklıklar söz konusudur. Koku gözle görülmeden algılanan bir duyuyken filmde kokunun görselleştirmesi yapılır ve görmekle kalmaz anlam olarak nasıl karşılık bulduğunu sorgularız. Ruhların kaçışı da ruhların kokusu gibidir, gözle görülmese de sembolle görselleştirilebilir, görünür kılınabilir ve tıpkı kokunun iç dinamiklerimizle olan algılanma hâli gibi, hepimiz için ortak anlamlar ifade eden karşılıkları da vardır. Bu sebeple ruhların olgunlaşması hikayesi bireysel olduğu kadar toplumsal da bir eylemdir. Bu ortak anlam hikâyeyi sadece bireysel bir mücadele olmaktan çıkarıp, ortak bir deneyim ve ortak bir sorumluluk olduğunu da tartışmaya açar.

 

Kaynakça

Demirci, Kürşat. “Şintoizm”. TDV İslam Ansiklopedisi. 39:177-179. İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları.

Kavut, Sevgi. “Carl Gustav Jung: Kavramları, Kuramları ve Düşünce Yapısı Üzerine Bir İnceleme”. Uluslararası

Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 2 (2020).

Kılınç, Özgür ve Sevil Baysu. “Reklamlarda Kokunun Sunumu: Parfüm Reklamları Üzerine Bir İnceleme”. Ege

Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Araştırmaları E-Hakemli Dergisi 4 (2019).

Muratoğlu Pehlivan, Bahar. “Kolektif Bilinçdışı ve Semboller: Miyazaki ve "Ruhların Kaçışı Üzerine Bir İnceleme".

Erciyes İletişim Dergisi 1 (2017).

Öztekin, Ayşe. “İbn Arabî’nin “Âyân-ı Sâbite”si ile Jung’un “Arketipler”i Üzerine Bir Değerlendirme”. Ankara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1 (2011).

“Hayatta kalmak için en gerekli duyu: Koku”. Vedat Ozan. Söyleşi. 1 Şubat 2015. Milliyet. Web. 5 Ocak 2021.