Kritik

Sabahattin Ali Hikâyelerinde Çocuk İşçiliği

Türk edebiyatında kendine özel bir yer edinmiş olan Sabahattin Ali kısa ömrüne birçok eser sığdırmıştır. Onun edebiyatımızda özel bir yer edinişinde en önemli etkenlerden birisi ise elbette hikâyeciliğidir.

Türk edebiyatında kendine özel bir yer edinmiş olan Sabahattin Ali kısa ömrüne birçok eser sığdırmıştır. Onun edebiyatımızda özel bir yer edinişinde en önemli etkenlerden birisi ise elbette hikâyeciliğidir. Sabahattin Ali, görüşlerini hikâyelerine başarıyla aktarması ve estetik bir değer taşıması açısından önemlidir. Türk edebiyat tarihi içinde toplumcu gerçekçi estetiğin en yetkin örneklerini veren erken Cumhuriyet dönemi öykücülerinden biri olarak konumlanan yazarın yazınında, dar gelirli ya da toplumun hiçe saydığı kimselerin hikâyeleri sıkça yer alır. Üstelik bu metinlerin birçoğunun ana kahramanı çocuktur. Acımasız koşullar altında çalıştırılan “Ayran”ın Hasan’ını, “Arabalar Beş Kuruşa” hikâyesinin satıcısını ve “Apartman”ın hamalını hatırlayalım, üç kahraman da okurun hem zihnini hem de yüreğini sarsan çocuk işçilerdir. Bu yazımda da ben Sabahattin Ali’nin bu üç ayrı hikâyesinde yer alan çocuk işçilerin temsillerini incelemeye çalışacağım.

 

“Ayran”daki Çocuk İşçi Küçük Hasan

Sabahattin Ali’nin çocuk karakterlerine mercekle bakıldığında onların anlatıda âdeta “büyümüş de küçülmüş” olarak temsil edildikleri görülür. Sözünü ettiğimiz çocuk karakterler oyun nedir bilemeden ezici bir yüke dönüşen bir ebeveynlik sorumluluğu üstlenirler. Çünkü hepsinin geride bekleyeni, kazancını bırakınız paylaşmayı kendine pay bile ayıramadan tamamını sarf edeceği aile bireyleri bulunur. Bu minvalde ilk olarak Sabahattin Ali’nin “Ayran” hikâyesinin başkarakteri Hasan’ın anlatıda bir çocuk işçi olarak konumunu irdeleyeceğim.

“Ayran”, ekonomik adaletsizliğin doğurduğu ezen ezilen çatışmasını merkeze alan trajik bir hikâyedir. Hikâyenin girişinde anlatıcının “kocaman ve altı çivili kunduralarını çıplak ayaklarına geçirmiş olan küçük Hasan” (29) betimlemesiyle, ilk satırlardan itibaren başkarakterin yoksulluk sınırındaki yaşamından kesitler okuruz. Ayağına geçirecek bir çorabı bile olmayan Hasan, evdeki iki küçük kardeşinin bakımını üstlenmiş fahri bir ebeveyndir. Kendisi henüz küçük bir çocukken omuzlarına yüklenmiş bu ağır yükü bir tren istasyonunda satabildiği ayranlarla taşımaya çalışır. Mekân tasvirlerindeki ıssızlığın eşlik ettiği çetin kış şartlarıyla birlikte bu küçük çocuğun hikâyesine okur olarak tanıklığa devam ederiz. Metnin ilerleyen cümlelerinde, dikkatle bir ebeveyn aradığımız satırlardaysa nahiye merkezinde hizmetçilik yapan bir “ana” ile karşılaşırız. Ancak iki ufak çocuğunu yine yaşı küçük olan Hasan’a emanet edip haftada bir uğradığı evde anne aslında yoktur. Ortada taşıdığı güğümün alt kenarı her adım atışında dizlerine vuran küçük bir baba figürü olarak Hasan vardır ve yaşadıkları evdeki ıssızlığa, çevrelerindeki tenhalık eklense de uzaktaki istasyona gidip bir kara ekmek parası için çalışmak zorundadır. Anlatıcının “küçük Hasan, kurulu bir makine gibi güğümü ve maşrapayı yakalayarak tren boyunca koşmaya ve başını pencerelere kaldırarak: ‘Ayran, ayran, temiz ayran!’ diye bağırmaya başladı.” (30) diyerek aktardığı bu çalışma ediminde Hasan zamanla makineleşir. İnsani zeminden uzak, sadece arşınladığı yolu nasıl geri döneceğini tartan bir karakter olarak anlatıda var olur. Düşleyeceği bir arkadaş ve oyun sahası yoktur. Aksine ufak bir gelir elde etmek ve evde aç bekleyen kardeşlerini doyurmak tek kaygısıdır.

İstasyona yaklaşan trenle birlikte güğümündeki ayranı satabilmek için çırpınan Hasan’ın ilk ve tek müşterisiyse esasında hikâyenin ana çatışma unsuru olarak anlatıda belirir. Dolayısıyla hikâyedeki tüm gerilimin bu ikili arasındaki diyaloglardan yayıldığı söylenebilir. Hasan’ın umutlarının tükendiği anda, trenin üçüncü mevki vagonlarından birinin penceresi açılır ve “uzun boyunlu, kasketli, kır bıyıklı bir baş” uzanarak “Ver bakalım bir tane!” (31) diye seslenir; Hasan, soğuktan titreyen elleriyle maşrapayı uzatır. Adam ayranı bir dikişte bitirir, bir maşrapa daha ister. Onu da içince, yeleğinin cebinden çıkardığı onluğu uzatarak, “Ver beş kuruş!” (32) der. Cebinde hiç para olmayan Hasan, on kuruşu bozdurmak üzere istasyon memurunun yanına koşar; ancak istasyon memuru Hasan’ı duymazdan gelerek hareket düdüğünü çalar ve tren harekete geçer. O esnada on kuruşun sahibi, “Gelsene ulan!”(32) diye bağırarak Hasan’ı çağırır, parasını geri ister; Hasan, hiç tereddütsüz, parayı adama uzatır. Küçük Hasan’ın eve bir kara ekmek götürebilmek için kazanmayı umut ettiği meblağ olan on kuruşu yeleğinin cebine koyan adamın, “Yok çeyreğim, ne yapalım!” (32) dedikten sonra hareket hâlindeki trenden başını uzatarak, helallik istemesi oldukça ironiktir: “Vagon küçük Hasan’dan beş altı adım uzaklaşmıştı. Uzun boyunlu adam, pencereden sarkarak: ‘Hey, çocuk, hakkını helal et!’ diye bağırdı. Küçük Hasan hiçbir şey anlamıyormuş gibi bakakalmıştı. Tren hızlanıp uzaklaşıyordu. Tekerleklerin gürültüsü arasında adamın sesi tekrar duyuldu: ‘Helal et bakayım, helal et!.. Hadi!” (32)

Küçük Hasan, toplumcu gerçekçi eserlerde sıklıkla işlenen ve düzene başkaldırması yönünden idealize edilen bir karakter olmamasına karşılık, dürüstlük ve ahlak bakımından yüceltilmiş bir kahramandır. On kuruşunun peşine düşen ve o paraya asıl ihtiyaç duyan taraf olan Hasan’ın elinden parasını geri alan tren yolcusuysa emek sömürücüsüdür.

Hikâyenin içeriğinde Hasan’ın eğitim hayatına dair bir veri de bulamayız. Aksine “hayatı istasyonda ayran satmak ve küçük kardeşlerini beslemekten ibaret sanan” (33) bir başkarakterdir o. Hikâyenin sonunda da küçücük bedeniyle elde edemediği gelirin yokluğuyla ezilen Hasan, karlar içinde belirsiz bir sona sürüklenir.

 

“Arabalar Beş Kuruşa” ve Oyuncak Araba Satıcısı

Türkiye’de çok sayıda çocuğun, ailelerinin geçimine katkıda bulunmak amacıyla erken yaşlarda çalışma yaşamında yer aldığını bilmekteyiz. Bir diğer Sabahattin Ali hikâyesi “Arabalar Beş Kuruşa” bahsettiğimiz bu durumu örnekler. Hikâyede sekiz yaşlarındaki fakat ilk görüşte altı yaşından fazla denilemeyecek çelimsizlikteki başka bir çocuk işçi ile karşılaşırız. “Ayran” hikâyesinin aksine gölge gibi de olsa bir anne figürü anlatıda yer alır. Okuldan arta kalan vakitlerde bir değneğin ucuna takılmış bir çift tahta tekerleği satan başkarakterin annesi siyah çarşaf altında yalnız gözleri görünen bir kadındır. Böyle görünmesi de onun gölge oluşunu destekler niteliktedir. Annenin bu gölge pozisyonu ise çocuğunu göz ile takipten öteye geçmez. Bir köşede sessiz bir varlıktır yalnızca.

Öykünün ilerleyen kısımlarında başkarakter ile arasında sınıf farkı bulunan okul arkadaşının diyaloglarını okuruz. Bu iletişimde çocuklar arasındaki sınıf farkını, onların günlük alışkanlıklarında daha açık biçimde görmek mümkündür. Annesi bağıramadığı için ona destek amaçlı arabaları sattığını belirten küçük satıcı, arkadaşının “Derslerine ne zaman çalışıyorsun?”(152) sorusuna, mektepten çıkınca ancak iki saat çalışabildiğini gece ise gaz masrafı çok olduğu için çalışamadığı yanıtını verir. Tam da bu noktada, özellikle “Arabalar Beş Kuruşa”nın yazıldığı 1930’lu yıllarda (bugün de olduğu gibi), eğitim masraflarının yüksek olmasının çocukların çalıştırılmasındaki diğer önemli faktörlerden biri olduğunu fark ederiz.

Zengin fakir ikileminin kurulduğu diğer diyaloglar ise çocuk işçiliğin ruhsal boyutunu anlamak açısından önemlidir. Zengin çocuk arkadaşına, yanında oturan ve “ağzı kokan” sıra arkadaşını istemediğini, küçük satıcı ile birlikte oturup daha iyi çalışmak istediğini söyler. Ancak küçük satıcının zengin arkadaşının hakir gördüğü sıra arkadaşını savunması, Sabahattin Ali’ni çocuk karakterlerini taşıdığı idealist duruşun bir yansımasıdır: “Benim yanımdaki kalkmaz ki, hem ben söyleyemem. Mahalle komşumuzdur… O da bizim gibi fukaradır…” (152). Hikâyenin en can alıcı kısımlarından olan bu cevap tıpkı “Ayran” hikâyesindeki çocuk işçi Hasan’ın aldığı parayı iade etmesindeki güçlü bir karakter temsilidir. Araba satıcısı küçük çocuk da Hasan gibi idealize edilmiş bir karakterdir. Yanındaki arkadaşını “satmaz”, aksine fakirlik düzlemindeki ortaklık sebebiyle ona gıyabında sahip çıkar.  Bu hikâyenin ana çatışması, iki okul arkadaşının aralarında geçen konuşmalar değildir şüphesiz. Bir sınıf temsili olarak zenginliğin şişmanlık ve süsle kodlandığı zengin çocuğun annesi, oğlunun küçük satıcı ile birlikteliğinden dolayı sinirlenir. Anlatıda “yuvarlanır gibi gelen kürk mantolu ve yılan derisi iskarpinli kadın” (153), çocuğunu hemen azarlamaya başlar. Elindeki şemsiyeyi el ele tutuşan arkadaşları ayırmak için kullanan kadın, haykırarak satıcıyı “pis” diye yaftalar. Ardından okulu arayarak oğlunun kendi seviyesinde olmayan biriyle aynı sınıfta olduğunu teyit eder. Oğlunun satıcıyla konuşmasının faturasını ona ödeteceğini söyler. “Tahkir edici ve ezici bakışlar” attığı çarşaflı kadın ve küçük satıcının yanından bir hışımla geçerken gözyaşlarını tutamayan iki arkadaş birbirinden ayrılır. Böylece zengin kadın, oğlunu bir gölge gibi izleyen annenin çok dışında bir aktif duruş sergilemiş olur. Çocuk satıcıysa tüm yaşanılan olumsuzluklara tek başına göğüs gererek ekmek kapısı olan araba satışına devam eder: “Beş kuruşa… Arabalar beş kuruşa!..”(153).

 

“Apartman”daki Çocuk Hamal

Çocuk işçiliğin iki ayrı temsilinden sonra bu konuyu diğerlerine nazaran çok daha belirgin biçimde toplumcu gerçekçi edebiyat kodlarıyla işlendiği başka bir hikâyeye geçilebilir: “Apartman”. Sabahattin Ali, 1935 yılında kaleme aldığı bu hikâyesini de ezen ezilen kutuplaşması üzerine kurarak okura sistemin acımasızlığını göstermeye çalışır. Hikâye, bir apartmanın çatısını örtme işinde çalışan bir inşaat işçisi, mal sahibi ile onun “kralcı” uşağı ve işçinin küfeci oğlu arasında geçmektedir. Anlatıcı tüm hikâyeyi işçinin gözünden anlatmakla ve kelime seçimleriyle okuyucuyu da taraf tutmaya yönlendirir. Daha ilk satırlarda inşaat sahasındaki çalışmanın “baş döndürücü” olmasına atıfla başlayan anlatı, öğlen yenen karpuz ve ekmek gibi çok sade bir menüyle okura fakirliği iliklerine kadar hissettirir. Sosyoekonomik durumu bu şekilde olan inşaat işçisi baba; çocuğunun eğitimine önem verememekte, oğlunun aile bütçesine katkı sağlaması için onun fiziksel ve ruhsal durumuna uygun olup olmadığına bakmadan çocuğunu çalıştırmaktadır. “Bir gün iş bulup on gün bulamadığı sıralarda, onu, zaten sebebini anlamadan iş olsun diye gönderdiği mektepten almış, bir daha göndermemişti[r].”(147). Küçük oğlunu da ufaktan çalıştırmaya başlayacak olan baba, yoksul hanesine fazladan girecek beş on kuruş için evlatlarının eğitimini göz ardı etmek zorundadır.

Eğitimin anlamını kavramadığını anladığımız inşaat işçisi babanın gözünden izlemeye devam ettiğimiz hikâyede sahneye, ağır yükler yüklenmiş, yanındaki uşak tarafından sövülen oğlu girer. O andan itibaren anlatının “can alıcı” sonuna doğru hızla ilerleriz. Çocuğun sırtındaki konserve kutuları ve renkli içki şişeleri lüks tüketimin altında ezilmesinin işaretleridir. Taşıyamayacağından fazlası yükletilen küçük hamalın bedeninin dayanamadığını izlediğimiz satırlar ise işçiliğin çocukta sebep olduğu fiziksel acıları yansıtır. Ağır sepetin altında ezilen çocuğun ayağının kan içinde olması, diğer yandan fiziksel istismarın neden olduğu acıya da işaret etmektedir. Tüm yaşananlara rağmen ücretini alamayan küçük hamalın “O kadar yerler dolaştırdınız, paramı verin hiç olmazsa!”(149) şeklinde itirazıysa kırdığı şişelerin ederi bile olamayacağı için ödenmez. Oğlunun durumunu inşaatın çatısından izleyen baba ise kalbi çarpar durumda yaşananlara sessiz bir tanıklık sergiler. “Ayran”da hiç olmayan ebeveyn, “Arabalar Beş Kuruşa” ve “Apartman”da gölge olarak vardır. Olayın akışına hiç müdahale edemeyen, yalnızca seyirci olmak durumunda kalan bir baba ile küçük hamalın başına gelecekleri okumaya bu gölgeden ebeveynin seyriyle devam ederiz. Bu pasif duruş ekonomik olarak güçlü olunamayışı yansıttığı gibi, işsiz kalma korkusunu beraberinde taşımaktadır.

Esasında karakterlerin hakkını savunamayan çaresiz tavrı, Sabahattin Ali’nin okurunda yaratmak istediği dramatik etkiyi güçlendiren etmenlerdir. Anlatının ilerleyen bölümlerinde cam kırıklarıyla dolu ayağı için ağlayan küçük hamal ayrıca “piç” denerek yük taşıdığı civardan sokağın ortasına atılır. Gerçekten de bir babanın varlığını -fiziksel ve manevi olarak- hissedemeyen küçük hamal sertçe itilerek yuvarlanınca ağlaması da kesilir. Akıbetini bilemediğimiz hamalın babası ise yaşadığı kriz neticesinde “içi toprak dolu bir çuval” (150) gibi sokağın orta yerine düşer. Bu ifade zaten yoksul işçi sınıfının ölmeden girdikleri mezarın sıfatı olarak hikâyede yer alır. Son olarak hamalın yerle bir olması ve babasının çalıştığı inşaattan düşmesi, penceredeki büyük göbekli ve kırmızı başlı olarak hayvani bir biçimde tasvir edilen adamın tiksinerek pencerenin kanatlarını hızla vurması” (150)  ile karşılanır. Bu sınıfsal hor bakış, “Arabalar Beş Kuruşa” hikâyesindeki zengin çocuğun annesinin minik satıcıya yönelttiği bakışla aynı niteliktedir.

Öte yandan bu üç kısa hikâyede, çocuk işçilik teması üzerinden leitmotiv olarak “beş kuruş ifadesinin yer aldığı görülür. Bu ifadenin toplum dilinde yer alan “beş paralık” kalıbındaki değersiz ve küçültücü anlamı barındırdığını düşünmekteyim. “Ayran”da beş kuruşluk bir ücreti bile müşterisinden alamayan, üstelik hakkını helal etmesi istenen Hasan, sattığı arabaları beş kuruşla bedellendiren küçük satıcı ve “Apartman”da taşıdığı yüklerin ederi olan beş kuruşu verilmeyen hamal özelikle çocuk emeğinin bir hiç oluşunun örnekleridir. Bu kadar değersiz ve karşılığında neredeyse kuru bir ekmek bile alınmayan “beş kuruş” ifadesi Sabahattin Ali’nin bu üç öyküsünde özellikle işlenmiştir. Diğer bir ortaklık ise Ayran” hikâyesindeki Hasan’ı ayrı tutarsak, “Arabalar Beş Kuruşa” ve “Apartmanda kişi isimlerine rastlanmayışıdır. Bunun yerine anlatıda karakter tasvirleri ön plana çıkar. “Ayran” hikâyesinde kullanılan tek isim olan Hasan’ın önüne gelen “küçük” sıfatı ise ayrancı çocuğun taşıdığı büyük yükün ironisidir denebilir. Karakterlerin bir isminin olmaması resmi kayıtlardaki yokluklarına işaret ettiği gibi, toplumda da aslında vücut bulamadıklarına kanıttır. Bu kayıt dışı hâl neticesinde, toplumun nezdinde de onaylanmış, düşük gelirli ailelerin çocuk işçileri bir kimlik kuramadan ötelenmişlerdir.

Sonuç olarak, toplumcu gerçekçi bir çizgide eserler veren Sabahattin Ali diğer birçok hikâyesinin yanı sıra özellikle “Ayran”, “Arabalar Beş Kuruşa” ve “Apartman” metinleriyle çocuk dünyasındaki zedelenmelerin gelir eşitsizliği ve emek sömürüsü minvalinde gerçekleştiğini okuruna aktarmaktadır. Gerek ebeveyn yokluğu, gerek gelir yetersizliği, gerekse eğitimin öneminin kavranamaması sebepleriyle çalıştırılan üç hikâyenin karakterleri, çocuk işçiliğin küçük bedenlerde bıraktığı hem fiziksel hem psikolojik tahribatı etkili ve amacına uygun bir biçimde okuruna yansıtmaktadır. Sanatın ve edebiyatın gayesini; toplumun faydasını gözetmek olarak gören Sabahattin Ali, bu anlayışa uygun olarak seçtiği çocuk karakterlerle dönemi için böylece bir ayna olmayı ustalıkla başarmıştır.

 

Kaynakça

Ali, Sabahattin. Bütün Eserleri Tek Cilt Özel Basım. İstanbul: Ren Kitap, 2020.