Dosya

Ayıcık Ernest ile Farecik Cèlestine’in Romanı’nda Sanat-Yaratıcı Düşünce Önündeki Toplumsal Engeller

Ernest ve Célestine’nin yargıçları kurtarmaları aslında ikilinin salt kötü olmadığını, sürece itildiğini bir kez daha gözler önüne serer. 

Ödüllü yazar Daniel Pennac’ın Ayıcık Ernest ile Farecik Célestine’in Romanı çocuk edebiyatı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Anlatıcı seslerinin değiştirmesi hasebiyle dikkatleri üzerine çeken yazar, arada bir çekilip Célestine ve Ernest’e söz hakkı verir. Daha sonra okuru ve diğer karakterleri de işin içine alarak metni eğlenceli bir yapıya dönüştürür. Bu teknik okurun çok yönlü bakış açısı kazanmasında oldukça etkindir denebilir. Roman, bir ayı ile farenin sıra dışı dostluğunu anlatmaktadır. Biri alt dünyada diğeri üst dünyada yaşayan, biri ufak diğeri iri iki karakter; zıtlıklarına rağmen hem okurun hem diğer roman karakterlerinin ön yargılarını yıkarak arkadaş olur. Çünkü ortak noktaları sanatçı olmak istemeleridir. Ancak sanatlarını icra etmek için bir takım engelleri aşmaları gerekir. İşte bu noktadan harekete ben bu yazımda Ayıcık Ernest ve Farecik Célestine’in Romanı kitabında yaratıcılığın önündeki toplumsal engelleri ve bu engelleri aşmak adına verilen mücadelenin boyutunu incelemeye çalışacağım.

Sanat eseri, insanda estetik duygular ve güzellik zevki uyandıran yapıtlardır. Sanat ise insanın yaratılışında kendisine bahşedilen yeteneğe eğitim, uygulama ve özel deneyim yoluyla kazanılan beceriyi de katarak, doğada görülenleri kısmen değiştirerek, çoğaltarak, onlara yeni boyutlar kazandırarak taklit yoluyla yaptığı özel bir yaratımdır (Karataş 287). Yaratma, yaratanı değil de yaratışı taklit ederek yeni bir şey ortaya koyma işidir (355). Sanat ve sanat eserlerinin en belirgin özelliği orijinalliktir. Orijinal bir sanat eseri hem bu eseri yaratan hem de bu eseri inceleme fırsatı bulan kişi için yaşam rehberidir (288). İncelemeye başlayacağım anlatının Ayıcık Ernest ve Farecik Célestine adlı iki ana karakteri, sanata olan tutkularını kendilerine yaşam felsefesi edinmiş canlılardır. Oysa fareler, kemirgen familyasının en güçlü dişlere sahip hayvanlarıdır. Bu nedenle iyi bir farenin ancak iyi bir diş hekimi olması makbuldür. Aynı şekilde iyi bir ayı da ailesine layık bir yargıç olmalıdır. Fare Célestine fare camiasının bu ön kabulünü yıkmak için çabalar. Bu süreçte başına üzücü olaylar gelir. Diş hekimliği stajında küçük dişler toplamak yerine arkadaşı yavru ayının resmini yapar ve yaptığı resim yakalanır. Büyük Dişçi onun boya, fırça, palet vs. çantasındaki tüm resim malzemelerini çöp kutusuna atar. Yaptığı ayı resimlerini Büyük Klinik çalışanları gözü önünde aşağılar ve onların, “Ne ayıp, ne iğrenç!” (Pennac 41) gibi söylemleriyle Célestine’i rencide etmelerine müsaade eder. Sonrasında Büyük Dişçi kutsal amaçlarını şöyle açıklar: “Bize sanatçı lazım değil küçük aptal! Bize dişçi lazım! En büyük kemirgen halkı olduğumuzu unuttun galiba! Hiçbir şey çok değerli kesici dişlerimizden daha önemli olamaz! "(42). Célestine her ne kadar, “Ben sadece ayı resmi çizmiyorum. Her şeyin resmini çiziyorum. Çünkü çizer olmak istiyorum,” (41) dese de kimse onu duymaz. Böylece Célestine’nin kişiliği yaralanırken sanatçı olma hayalleri suya düşer.

Yaratıcılık her insanın doğuştan sahip olduğu, yaşamın her alanında var olan ve geliştirilebilen bir beceridir. -Tanımlanması çoğunlukla güç olan bu kavram; bir tutum, bir süreç, bir ürün, bir beceri, kişilik özelliklerinin birleşimi ya da çevresel koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkabilir(Karaosmanoğlu ve Adıgüzel 88). Destekleyici çevre ve aile faktörleri yaratıcılığı olumlu biçimde etkilerken olumsuz koşullar yaratıcılığı kısıtlayabilir. Ev, okul, cinsiyet rolleri, toplum, kültür ve geleneklerin yaratıcılığın önündeki potansiyel engeller olarak sayılabilir (90). Toplumsal hayatta inançlar, kalıp yargılar, gelenekler, görenekler ve belirli beklentiler vardır. Bunların dışında çıkmak zordur. Çünkü bunların çoğu yıllar içinde damıtılarak edinilen kadim bilgilerdir ve uygulanmadıkları takdirde ağır bedeller ödenmesini gerektirir. Célestine, genç ve tecrübesiz bir faredir. Toplumsal beklentileri karşılarsa resim yapmasına izin vereceklerini sanır. Bu düşünceyle hırsızlık yapar ve bir torba dişi Büyük Kliniğe getirmeyi başarır (Pennac 67). Bu olay onun kısa süreliğine toplumsal onay almasını sağlar. Ancak ona yardım eden Ayıcık Ernest’in yakalanmasıyla yine toplumdan dışlanır. Alt kattan, arkadaşlarından kaçmak zorunda kalarak erginlenme yolculuğuna çıkar. Bir sürü macera yaşadıktan sonra dostu Ernest’in evine yerleşir. Başlarda Ernest onunla aynı evde yaşamak istemez. Çünkü bir ayı ile fare arkadaş olamaz ön kabulü baskındır. Célestine yalnız kalır ve onunla yüzleşir. “Lanetlendim ben Ernest… Beni kovdular, beni kimse sevmiyor, dünyada yapayalnızım” der (111). Küçük fare toplumla ters düşmenin bedelini ödemek zorunda bırakılır.

Anlatı bir başka noktasında yaratıcılığın gün yüzüne çıkmasındaki önemli etmenlerden biri olan aile kurumunu da tartışmaya açar. Ayıcık Ernest, aile büyüklerinin yargıç olduğu soylu bir hanedandan gelmekte ve üst katta yaşamaktadır. Célestine ise alt katta yaşayan, yetiştirme yurdunda büyümüş, kimsesiz bir faredir. Biri alt statü diğeri üst statüyü temsil eden bu iki arkadaşın ortak noktası sanatçı olmak istemeleridir demiştim:

Düşünebiliyor musun, aşağı dünyada dişçi olmasını istiyorlardı… Aynı benim ailem gibi! Onlar da benim yargıç olmamı istediler. Olacak iş mi? Ben? Yargıç? Düşünebiliyor musun? Hem de kafamdaki onca şarkıyla! Ama ailemde işler öyleydi, herkesin yargıç olması gerekiyordu. “Git, şarkılarını başka yerde söyle Ernest, kafamızı şişirdin! Bize şarkı gerekmiyor, yargıç gerekiyor!” (114).

Bu açıdan düşünüldüğünde metin toplumsal statünüz ne olursa olsun sanatın önünde birçok engel olduğunu gözler önüne serer. Yalnız Ernest’in bir farkı vardır. Onun babaannesi diğer aile üyelerinden biraz farklıdır. Ernest bunu şöyle anlatır: “Ailenin sanatçısı oydu. Ben küçükken arkadaşım Bolero’yu ve bütün çeteyi eve çağırırdım. Kılık değiştirip büyükanneme tiyatro oyunları oynardık. Gizlice. Yargıçlar yokken. Orkestra da kurardık! ” (99). İşte Ernest’in doğuştan var olan sanat yeteneği aileden birinin rol model olmasıyla ortaya çıkar. Öte yandan bu satırlar, üst statüye sahip insanların sanatçı olma ihtimalinin daha fazla olması şeklinde okunabilir.

Anlatı daha sonra Ernest’i ve Célestine’i bir takım trajikomik olaylar dolayımıyla suçlu konumuna iter. Aslında bilinçaltı düzleminde toplumsal rolleri reddettikleri için suçludurlar. Çünkü toplumun onlara biçtiği kaftanı değil kendi seçtiklerini giyerler ve bunun bedelini toplumdan dışlanarak öderler. Üstelik bu da yetmez Ernest aşağı dünyada, Célestine yukarı dünyada yargı önüne çıkarılır. Ernest ve Célestine tam olarak neden yargılandıklarını bilmeseler de tanıklar acımazsızdır. Onlar hakkında şöyle derler: “Ernest mi? İşe yaramazın tekidir! Çocukluğundan beri böyle Sayın Yargıç! Célestine mi? Felakettir Sayın Yargıç! Doğduğu günden beri Sayın Yargıç! Kanında var Sayın Yargıç! Hep burnunun dikine gider Sayın Yargıç!” (180). Söylemlere bakılırsa ikilinin toplum nezdinde olumsuz bir imajı oluşmuştur. Anlatıcı bununla beraber bize yaratıcı kişilik özelliklerini de sıralamayı ihmal etmez. “Burnun dikine gitmek” deyimi, öğüt dinlemeyerek kendi bildiği gibi davranan anlamındadır. Yaratıcı kişilik özelliklerine sahip bireyler ise sorgulayan ve toplumsal ön kabullerin dışında düşünceleri nedeniyle etiketlenir. Topluluğun öfkesi dinmez çünkü bunlar ıraksak düşünceli, hastalıklı karakterlerdir. Tam da bu yüzden: “İdam, ölüm” sesleri yükselir. Anlatıda uzun uzadıya bir iddianame okunsa da aslında Célestine ve Ernest neden yargılandıklarını aslında çok iyi bilirler. Aşağı ve yukarı dünyanın, ikilinin dostluğunu istemediği aşikârdır. Birbirlerini şöyle savunurlar:

Célestine: Ama Ernest'in karnı açtı! Müzikle uğraşıyor diye açlıktan ölmesine göz yumacaktınız! Karnını doyurması gerekiyordu. Sizin istediğiniz nedir? Müzisyensiz bir dünya mı? Yalnız yargıçların olacağı bir dünya mı?

Ernest: Célestine nihayet rahat rahat resim yapabilsin diye! Sizin istediğiniz nedir? Sanatçısız bir dünya mı? Yalnız dişçilerin olduğu bir dünya mı? ” (177).

Yaratıcı düşünce önündeki zihniyeti ise metinde Ernest şöyle açıklar: “Beni iyi dinleyin sayın jüri üyeleri. Beni mahkûm edeceksiniz çünkü küçüklüğünüzden beri Koca Kötü Ayı hikâyesi beyninize kazınıyor. Beni mahkûm edeceksiniz çünkü Koca Kötü Ayı’nın varlığına inanmış aptal, dar görüşlü, yalancı, huysuz, yalnız, korkak ve kötü kalpli yaşlı fareler her zaman var olmuştur!” (184). Cesur bir fareciğin, “Doğru söylüyor,” (185) diyerek onayı ile yargıç ve heyeti sorgulamaya başlar. Bu onların bakış açılarını genişletir. Anlatı devamında iyiler ve kötülerin mücadelesine dönüşür. Mahkeme salonunda iki tarafın savaşı sonucunda bir kaos çıkar ve arbede yangınla sonuçlanır. Ernest, Yargıç Kunduz’u son anda yanmaktan kurtarır. Célestine ise âdeta batan gemiyi terk etmeyen kaptan edasıyla oturan Yargıç Boz Ayı’yı salondan çıkmaya ikna eder. Her iki yargıç onları terk eden vatandaşlarına karşın onu kurtaran kişiye ödül olarak son dileğini sorar. Ernest ve Célestine birbirlerini bulup hiç ayrılmamayı ister (194-195). Tam bu esnada üst mahkeme salonu çöker. Bu yıkım sanatın önündeki tüm engelleri kaldırır. İkili, ormanın derinliklerine iyice gizlenmiş kulübecikte (196) sanatlarını icra ederler.

 

Sonuç Yerine

Ayıcık Ernest ile Farecik Célestine’in Romanı, iki canlının dostluğunu konu alır. Yazar, anlatıcı kişiler üzerinden hikâyeyi detaylandırarak alanında az bulunan eserlerden birine imza atar. Detaylar bazen Tanrısal anlatıcı üzerinden anlatılırken bazen birinci şahıs anlatıcılar aracılığıyla soru-cevap şeklinde verilerek maceranın dozu katmanlandırılır. Ortak özellikleri sanatçı olmayı istemek olan karakterler, yaratıcı düşüncelerinin önündeki birtakım engellerle karşılaşır. Bu yüzden uzun sınavlar vermeleri gerekir. Ernest ve Célestine’in başına gelen trajikomik olaylar anlatı boyunca sürer. Ernest müzisyen olmak isteyen bir ayıdır. Célestine ise ressam olmak isteyen bir fare. Oysa toplumun onlardan beklentisi konumlarına uygun işleri seçmektir. İkilinin tutkuyla bu işi yapma isteği onların beklentilere başkaldırmalarına neden olur. Ernest ve Célestine’in toplum nezdinde dışlanmaları onları birbirine yakınlaştırır. Birlikte geçirdikleri vakitlerde Célestine Ernest’in birçok resmini yapar. Ernest ise harika müziklerle hem kendini hem arkadaşını eğlendirir. İkili bu süreçte beklentiler ve kendi idealleri arasındaki farkla yüzleşir. Bu vesileyle arkadaşlıkları dostluğa dönüşür. Kararlılıkla yeteneklerinin üzerine gitmeleri, üretmenin hazzını yaşamaları üzerlerindeki baskıyı azaltır. Ve nihayet dostlukları, aynı ideal üzerinde kurdukları dünyada onlara güç verir. Kahramanlar yargı önüne geldiklerinde bu güç ve farkındalıkla kendilerini savunurlar. İyi ve kötünün mücadelesi yüzyıllardır sürmektedir. Anlatıda toplumsal hafıza hatırlamaya başlar. Kötü, iyinin zaafa uğradığı en ufak bir delikten ön kabullerin arasına sızar. Bilinçsiz ve tecrübesiz bireyler bundan olumsuz etkilenir. Ancak yaratıcı düşünceye sahip bireyler bu sızıntıyı fark ederler ve bedelini ödemek pahasına bununla mücadele eder. Ernest ve Célestine’nin yargıçları kurtarmaları aslında ikilinin salt kötü olmadığını, sürece itildiğini bir kez daha gözler önüne serer. Bu onları toplum nezdinde beraat ettirir. Bilinçaltı düzleminde tüm bedeller ödenmiştir artık. İşte bu sağaltım sanatın önündeki engelleri kaldırır. Célestine ve Ernest artık sanatlarını icra etmek için özgürdür.

 

Kaynakça

Karaosmanoğlu ve Adıgüzel. “Yaratıcılık Engellerinin Yaratıcı Drama ile Fark Edilmesine Yönelik Bir Araştırma”. Yaratıcı Drama Dergisi 12. 1 (2017): 87-104.

Karataş, Turan. Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İz, 2019.

Pennac, Daniel. Ayıcık Ernest ile Farecik Célestine’in Romanı. Çev. Füsun Önen Pinard. İstanbul: Yapı Kredi, 2014.